Sunday, January 8, 2012

ihracatta kur etkisi ve merkez bankasi karlari

deniz gokcenin aksam gazetesindeki yazisindan alinmistir:
soru su: 2008 yılında ülkenin toplam ihracatı 134 milyar dolarmış. Ortalama kur da 1.29'muş.
Halbuki 2011 yılında gene 134 milyar dolar ihracat yapılmış. Ama ortalama dolar kuru 1.67 TL'ymiş. Bu nedenle de ihracat performansı iyi sayılabilir mi?

el cevap: Uzman denen kişiler ihracatın sadece kurdan etkilendiğini başka bir şeyden etkilenmediğini düşünüyorlar. İhracat yapanın müşterisi sanki robot, sen verdin mi, fiyat biraz ucuz oldu mu, karşındaki malı almaya mecbur sanki!
Ülkemizdeki teknik çalışmalarda 2010 yılı için hesaplanan Türkiye ihracatının kur elastikiyeti yüzde 0.1 büyüklüğünde, Türkiye ihracatı için ithalatçının gelir elastikiyeti ise yüzde 1.4 bulunuyor. Yani reel bir analizde kur yüzde bir artarsa (paramız reel değer kaybediyor) ihracatımız yüzde 0.1 artar. Ama yabancının geliri yüzde bir artarsa bizim ihracatımız yüzde 1.4 artmakta. Yani reel kurun etkisi zayıf, yabancının gelirinin artmasının etkisi ihracatımızın esas kurtarıcısı.
Bizim ihracatımızın ise kabaca yarısı hep Avrupa'ya oldu. Yani bizim ihracat performansımızı belirleyen bölge büyük çapta Avrupa.
2008 yılında Avrupa'nın (AB bütünü veya euro bölgesi diye ayırmak gerek) reel büyümesi yüzde 2-2.5 arasında.
2011 yılında ise Avrupa kriz ortamında. Büyümesi (gene AB bütünü veya Euro Bölgesi diye düşünmek gerek ) 0.5-0.6 arasında.
Dolayısıyla 2008 yılında ihracat yapacak müşteri daha boldu, 2011 yılında ise bizim müşteriler yerde sürünüyordu.
İhracat da bağımlılık içerir. Müşterilerin batıyorsa sen de batarsın. Bu nedenle 2011 yılında geriden gelip eski düzeyi yakalayan ihracat başarıdır. Dikkat edilirse 2009 yılında ihracat şampiyonu Almanya yüzde 4.7 daralmıştı. Biz de ihracata ve Avrupa'ya bağımlı olduğumuz için aynen Almanya kadar yüzde 4.7 daralmıştık.
2011 yılında ise Avrupa yavaşlayarak sadece yüzde 0.5-0.6 arasında büyürken, Türkiye de patlayan iç taleple yüzde 7-8 oranında hızla büyüyordu. Bu nedenle ithalatımızın hızla artması da normal bir sonuç.
Kaldı ki Türkiye 2011 yılının ilk iki çeyreğinde yatırımla büyüdü. Bu da cari denge açığına ve ithalat artmasına çok katkı yapan bir faktör. Üçüncü çeyrekte ekonomiyi ısıtan faktör ise özel tüketim oldu. Banka kredileri balon haline gelirken, otomotiv ve inşaat gibi büyük çapta ithalata endeksli sektörlerde büyüme hızı arttı. Bu aynı zamanda istihdamı arttırdı. Ama her şeyin fazlası fazla!
Merkez Bankası, Kasım 2010 tarihinde içeriye giren sıcak paranın fazlalığı ve kredi artış hızının yüksekliğini görerek çok doğru bir tahmin yaptı. Fren çekti. Sıcak parayı kaçırmak için kısa vadeli gecelik borç alma faizini yüzde 1.5 düzeyine indirdi. Kredi balonunun frenlenmesi için de zorunlu karşılık oranlarını yükseltti. Ancak 2011 Ağustos ayının başında ABD'nin reytingi düşüp Avrupa'daki kifayetsiz muhterislerin (siyasiler) hiçbir şey yapmayacağı ve problemlerin büyüyeceği ortaya çıkınca da bu sefer de Erdem Başçı döneminde doğru bir tahmin yapıldı ve politika değişti, fren yerine gaz geldi. Merkezin gecelik faizi yüzde 1.5 düzeyinden yeniden yükseltildi. Bir yandan zorunlu karşılıklar kısmen düşürülürken, diğer tarafta gecelik borç verme faizi de yükseltildi ki, bankaların kredi genişlemesi dursun, büyüme yavaşlasın, cari açık daralsın, kısaca yumuşak iniş gerçekleşsin.

Merkez'in kur karı 15-20 milyar $
ŞİMDİ Merkez Bankası aracı kurum iktisatçıları, analistler ve ideologlar tarafından eleştiriliyor. İtham da 'Merkez Bankası müdahale ederek belirsizlik yaratıyor!' Yahu, esas piyasadakiler belirsizliği yaratanlar. Gün içinde döviz al, sonra da döviz sat, yaklaşımın gün içinde saat bazında değişsin ve Merkez de bunu seyretsin, öyle mi? Sen kar et, ülke perişan olsun, öyle mi?
Burada 'dinsizin hakkından imansız gelir' kuralı geçerlidir. Hiçbirinizin bilgisi ve gücü Merkez Bankası'ndan fazla değil. Siz piyasada günlük oyun oynarsanız, spekülasyon yaparsanız, Merkez Bankası da bir gün gecelik borç verme faizi olan 12 üzerinden fonlar, birkaç saat sonra da 5.75'le! Bazen de ikisinin ortalamasıyla! Ne zamana kadar? Piyasa durup düşünene, normalleşene kadar!
Merkezin işleri aslında iyi gidiyor. Döviz alıp satmaktan kur karı ve menkul kıymet piyasasındaki karının toplamı 30 milyar TL düzeyini aştı. Yani Merkezin karı 15-20 milyar dolara geldi! Karlar 2012 ilkbaharında Hazine'ye devredilince bütçe açığı iyice düşecek, borç oranı da iyice azalmış olacak!

http://www.gazeteoku.com/yazar/deniz-gokce/320/ufuren-kim?

Turkiye'de hazine ic ve dis borclanmasi

Bugunku hazine borclanmasi su sekilde gerceklesmektedir:
hazine genellikle her ayin basinda o ay icinde hangi vade ve hangi miktar araliginda borclanmak istedigini ilan eder.Ihale gunu ise borc vermek isteyenler vermek istedikleri borc miktarini ve almak istedikleri faiz oranini belirten yazili tekliflerini sunarlar.yazili tekliflerine %1 oranindaki teminati da eklemeyi untmazlar. kaybeden tekrar o teminati alacaktir.Alinan teklifler merkez bankasi tarafindan kaydedilir ve hazineye iletilir. 2000 yilindan itibaren ilk alicili ihle yontemi ve ilk alicilarin kimler oldugu belirlenmistir. ilk alicilar 3 aylik periyotlarda hazinenin ihrac edecegi tahvilin en az % 2 sini almak zorundadir. Ayrica hazine hem kuponlu hem de iskontolu kagitlarla ic borclanma yapmaktadir.ihalelerde belirli bir asgari miktarin uzerinde talepde bulunulmasi sartttir. Bu nedenledir ki daha cok bankalar ve diger kurum ve kuruluslar katilabilmektedir.digerleri ise bu ilk alicilardan 2. el piyasada tahvil alabilmektedir. Bunun disinda hazine merkez bankasindan da borclanabilmekteydi fakat 2001 yilinda bu yontem kaldirildi.

ayrica hazine bazi kamu kuruluslarinin borclanmasina da garantorluk yapmakta ve onlar borcunu odeyemedigi durumda garantor olarak borclar hazineye devredilmektedir. nitekim zamaninda toprak mahsullerinin buyuk miktardaki borclarinda garantor olmasi nedeniyle borcu yuklenmistir. ayrica hazinenin borclarinin gsmh a oranina bakilir fakat kamu borcu burada hesaplanirken faizler eklenmez faizler butceye gider olarak yazilmaktdir bu da ayri bir not.

Bunun disinda tahkim denen bir olay var. bunun diger adi konsalidasyondur. tahkim kelime anlami olarak saglamlastirmadir. burada yapilan kisa vadeli borclarin uzun vadeli ya da suresiz yapilmasidir. Bir borcun anapara veya faizinin vadesi geldiginde geri odenemeyecegi anlasilirsa ya borclu tek tarafli olarak ya da iki taraf anlasarak vadeyi uzatmakta ve buna bagli olarak faiz de yukseltilmektedir.

Borclarin degistirilmesi ise borc yukunun hafifletilmesi amaciyla borclunun odeyecegi faiz oraninda bir indirim yapilmasidir.

Turkiye tahkim olayi ile 1960 yilinda tanismis ve bunun 1984 ve 1992 tahkimleri izlemistir. 1985 yilinda yapilan bir yasal degisiklikle butceye gelir ve gider olarak yazilan borc ana para ve faiz odemelerinden anapara odemelri butce disina cikarilmistir. faiz odemeleri ise hala butceye gider olarak yazilmaktadir.

kaynak: hazine,Mahfi Egilmez, Remzi Kitapevi, 2010

Friday, January 6, 2012

hazine ic borclanma yontemleri

hazine ic borclanma yontemleri

ihale yontemiyle borclanma:hazine ic borclanmayi dogrudan dogruya kurumlara yonelebilecegi gibi piyasaya da yonebilir.ihale yntemi genel olarak 4 sekilde uygulanabilir:
yukselen fiyat yontemi ya da en cok arttirana ihale(ingiliz yontemi)
azalan fiyat yontemi ya da en dusuk fiyat verene ihale (hollanda yontemi)
coklu fiyat yontemi ya da cesitli fiyatlardan ihale
ortalama fiyattan ihale

ihale yonteminde sikca kullanilan bir yontem de ilk alicili ihale yontemidir(primary dealership). burda ihaleye girecek kurumlar belirlenir onlar ilk alici olur. bu alicilar daha sonra bunu baskalarina satabilir. onlara da ikinci alicilar adi verilmektedir.

coklu fiyat yontemiyle ihale en cok kullanilan yontemlerdendir. burada yontemin iceriginde cesitli farkliliklar olabilir. faizi ve vadeyi piyasaya birakma, ya da azami faiz oranlarini belirleme gibi ya da miktari piyasaya birakma gibi.

hazinenin hangi vade ve miktarda borclanacagini belirledigini varsayalim.ihale sonuclarina gore azami miktara ulasincaya kadar yapilan teklifler kabul edilir ve buna gore teklifi kabul edilenlere ne miktar odenecgi ortaya cikar.

ornegin hazine 300 milyarlik ihaleye ciktigini dusunelim.onerilen faizler
banka teklif miktari onerilen faiz alacak toplam
A 100 0.07 107
B 100 0.08 108
C 100 0.09 109
D 100 0.1 110

anladigim kadariyla 300 milyarin hepsini tum olarak degil de belirli parcalara bolerek cikartiyorlar. mantiken de hepsini koymak bir kurum icin maliyetli olacagindan veya karsilayamayacagindan dolayi belirli parcalara bolup ihaleye cikartiyorlar. ihale 300 milyarlik ihale oldugundan dolayi D bankasi yuksek faizden dolayi elenmekte.yine mantigima dayanaraktan sanirim A bankasi 200 tl vermeyi teklif ederse sanirim C bankasi da elenecektir. burada cesitli fiyatlar oldugundan her bir bankaya farkli bedeller odeyecektir.toplamda ise 107+108+109=324 milyar odeyecektir vade sonunda. bu arada eger D bankasi da %9 faiz vermeyi teklif etseydi son 100 milyarlik dilim ikisi arasinda paylastirilacakti.
ayrica genelde ihale hazirlanmasinda borcun miktari ve vadesi onceden belirlenir. belirlenmedigi durumda belirsizlik artacagindan dolayi faizler daha yukarilarda olacaktir.

ABD de uygulanan yontemturkiyeye de ornek teskil ediyormus.ABD hazinesi ihalelerini genellikle az sayida ilk aliciya yonelik yapmaktadir. hazine kagitlarini almak isteyenler ihale gunu saat 12.00 ye kadar almayi onerdikleri faizi ya da iskontoyu ve tutari kapali zarf usulu seklinde broker araciligiyla merkez bankasina sunmakta. merkez bankasi ise hazine adina borclaniyor bu arada.

ihalesiz olarak piyasadan borclanma
bu yontem ise ihale donemlerinden ve ilan edilen vadelerden ayri olarak cikarilan tahvillerle cesitli vadelerden borclanmadir. bunun yarari ihale gibi zor ve sofistike bir isleme giremeyen tasarruf sahiplerine birinci elden tahvil ve bono satabilmek ve bir anlamda alacakli cesitliligi olusturarak riski cesitlendirmektir.

bunun disinda hazineler merkez bankasindan da borclanabiliyor. fakat turkiye orneginde hazinenin merkez bankasindan dogrudan borclanmasi yasaklanmistir. daha onceleri bu serbestken 2001 yilinda yasaklaniyor. 1980li yillarda bu borclanma serbestti ama limiti vardi. hazine belirli bir limite kadar borclanabilme hakki vardi. fakat hukumetler buranin kolay bir kaynak oldugunu dusunup ve de nasil olsa merkez bankasindan borclaniriz ucuzlugunu kacmalarindan dlayi limitleri sonuna kadar kullanmis hatta limiti bile asmistir. 1989 boyle bir yildir. fakat 2001de tamamen yasklaniyor. ama bir degisiklik yoksa dolayli yollardan merkez bankasi borc verebilir. o da ikinci elden hazine kagidi alisverisi yaparak.

ic borclanmada faiz yontemleri

mahfi egilmezin hazine adli kitabindan alinmistir.

ic borclanmada faiz yontemleri 3 cesittir: normal faiz, iskontolu kagitla borclanmada faiz ve kuponlu kagitla borclanmanin faizi.
i) normal faiz: normal faiz ornegin 100 tl borclanacaksa hazine, bunun icin 100 tl ye istenen basit faize bakilir. yillik faiz olarak ornegin %10 veriliyorsa hazine 110 tl odeyecektir yil sonunda. ya da hazine 6 aylik vade ile satsaydi bonoyu ve 6 aylik faiz %5 olsaydi bunun bilesik faizini hesaplarsak 105*0.05=5.5 toplam faiz=5+5.5=10.5 olacakti bu sefer demek ki bilesik faiz % 10 degil 10.5 olmaktadir.

ii)iskontolu kagitla borclanmada faiz : yazili degeri 100 tl olan bir yil vadeli bir tahvil dusunelim ve hazine bunu iskntolu ihale yontemiyle satsin. normal faiz ile satacak olsaydi ihaleye girenlere su soruyu soracakti: 100 tl borc vermek icin kac lira faiz istersiniz?. halbuki iskontolu satista bir yillik vadenin sonunda 100 tl olarak tahsil edeceginiz bu kagida su anda kac lira verirsiniz? aslinda ikisinin mantigi ayni. birisi yukari dogru sorarken digeri asagi dogru sormakta. ornegin ihaleye girenlerden birisi 93 tl dediginde, bunu normal faiz uzerinden dusundugumuzde 7/93=%7.5 faiz ile vermeyi lanliyor ihaleye giren.

iii) kuponlu kagitla borclanmanin faizi

: belirli donemlerde faiz odemeleri olarak cikarilan tahviller, uzerlerinde kupon tasidiklari icin kuponlu tahvil olarak anilirlar. ornegin 6 ayda bir faiz odemeli 1 yillik bir tahvilin uzerinden koparilip tahsil icin verilmek uzere 2 adet faiz kuponu bulunur. bunlardan ilki 6. ayda, ikincisi ise vade sonunda anapara ile birlikte tahsil olunur. bunun esas itibariyle normal faizden bir farki yoktur.

ekonominin sagliga etkisi

Ekonominin kriz yıllarında insanlar daha sağlıklı oluyor! (Deniz Gökçe, Akşam, 21.01.2009)

biri ile uğraşmıştım. Örneğin ekonomide durgunluk ve kriz olduğu zaman, gelir dağılımının bozulduğu düşünülür. Halbuki kriz ortamlarında (mesela 2001 yılında ülkemizde) tüm çok yüksek gelirli bankacı, borsacı ve ticaret erbabı büyük gelir kaybına uğrayınca, gelir dağılımını en çok bozan aşırı yüksek gelirler silinir ve gelir dağılımı, farklılıkların azalması nedeni ile düzelir. Tersine ekonomik büyüme yaşandığında, yukarıda sayılan türden yüksek gelirli zevatın kazançları artar ve bu nedenle de gelir dağılımı bozulur. Halbuki genel kanı bunun tersini düşünür; gariban işsiz kalır, gelir dağılımı bozulur der, ama sayılar tersini gösterir.

Bugün de ABD’de doktora yapan bir Türk iktisatçısı Resul Cesur’un dikkatimi çektiği Christoper J. Ruhm adlı araştırmacının yer aldığı üç tane bilimsel tıp ve ekonomi makalesine dayanarak, bir genel kanıyı daha değiştirmek istiyorum. Genel kanı ekonomi büyüdüğü, işler iyi gittiği zaman toplumun sağlığının da iyi gideceğidir. Halbuki bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, bunun tam tersi geçerli.

İŞLERİ BOZULAN YÜRÜYÜŞ YAPIP, SPORA BAŞLIYOR
Christopher J. Ruhm adlı araştırmacı, University of North Carolina adlı okulda, ekonomi bölümü öğretim üyesi ve NBER’ın de araştırmacılarından. Vurguladığımız konudaki ilk araştırması Journal of Health Economics denen akademik derginin 24′üncü sayısında (sayfa 341-363) 2005 yılında yayınlanmış. Başlığı da ‘Healthy living in hard times’. Yani kabaca, zor ekonomi günlerinde daha sağlıklı yaşıyoruz gibi serbest tercüme edilebilir.
1987-2000 yılları arasında derlenmiş mikro verilere dayanan bu araştırma gösteriyor ki, insanlar işler ve ekonomi kötüye giderken, kendilerine ve sağlıklarına dikkat etmeye başlıyor, spor yapma artıyor, sigara içme ve aşırı kiloluluk, ekonomi durgunluğa girdiği zaman azalıyor. Genel kanı burada gelir düşmesinin getireceği endişeyi ön plana çıkartıyor, durgunluk ve işsizlik artınca sağlık kötüler diye düşünüyor; halbuki esas faktör işsiz kalanın kendine ayıracak zaman bulabilmesi. Durgunluk genel kanının tersine davranış değişikliği getiriyor, sağlığa dikkat ediliyor.

BAZI VERİLERİN DÜZELMESİ ÖLÜM ORANINI ARTIRIYOR
C.J.Ruhm tarafından yapılmış ikinci ‘ezber bozan’ araştırma Economics and Human Biology adlı dergide İsveç Lund Üniversitesi Malmö Hastahanesi’nde Sağlık Ekonomisi kürsüsünde Klinik Bilimler öğretim üyesi Ulf G. Gerdtham ile beraber gerçekleştirilmiş. Başlığı ‘Deaths rise in good economic times: Evidence from OECD’ olan makalenin başlığı, kabaca ekonomi iyileşirken ölümler artıyor şeklinde serbest tercüme edilebilir. ‘Economics and Human Biology’ adlı akademik dergide 2006 yılında (sayfa 298-316) yayınlanan araştırma 23 OECD üyesi ülkede 1960-1997 arasında derlenen verilere dayanarak makroekonomik durumla ölümler arasındaki ilişkiyi inceliyor. Temel bulgu işgücü piyasası güçlendiği (yani işsizlik azaldığı) ortamlarda toplam ölüm sayısı ve birçok genel ölüm nedeninde artış olmakta. Bu araştırma, ekonominin düzeldiği ve işsizliğin % 1 azaldığı dönem ve ortamlarda, genel toplam ölüm oranının % 0.4 arttığını buluyor. Ölüm nedenlerin detayına inildiğinde, işsizlik yüzde bir azalırken, kalp damar hastalıklarından ölüm yüzde 0.4, grip ve zatürree türü hastalıklardan ölüm yüzde 1.1, karaciğer hastalıkların ölümler yüzde 1.8, trafik kazalarından ölümler yüzde 2.1 ve diğer kazalar nedeni ile ölümler de yüzde 0.8 artmakta. Bu bulgular sosyal güvenlik sistemlerinin zayıf olduğu bizim gibi ülkelerde, ortalamadan daha kuvvetli. Yani ekonomi krize girince sağlığın bozulduğu hipotezi bu araştırmada da geçerli bulunmuyor.

İŞSİZLİK ORANI AZALINCA KALP KRİZİ RİSKİ ARTIYOR
C.J.Ruhm tarafından yapılan üçüncü araştırma, Kasım 2007 tarihinde Demography adlı akademik derginin 14′üncü cilt dördüncü sayısında 829-848 sayfalarında yayınlanmış. Başlığı ‘A healthy economy can break your hearth’ veya kabaca ’sağlıklı ekonomi kalbinizi kırabilir’ şeklinde serbest tercüme edilebilir.
Panel data denen ve hem uzun dönem zaman dizisi hem de kesit gözlemlerin bir arada bulunduğu araştırmalara dayanarak yapılan incelemede, ABD’de kalp damar hastalıklarından ölümlerin gerçekleşme sayıları ile makroekonomik durum arasındaki ilişki inceleniyor. Araştırmanın bulgularına göre işsizlikte yüzde 1 azalma, kalp damar hastalıkları nedeni ile ölümleri yüzde 0.75 artırıyor. Bu kabaca 3900 ölüm demek. Göreli risk artışı araştırmada bütün yaş gruplarına benzer şekilde dağıldığından, ölümlerin çoğu yaşı yüksek kişiler arasında gerçekleşiyor. Kalp damar hastalığından ölüm istatistikleri, ekonomi toparlanınca hızla yükseliyor, ama sonra beş yıl içinde hemen hemen tüm alt gruplarda eski düzeyine geriliyor.
Bu araştırmalarda incelenen kişilerin çoğunun yüksek gelir ve servet sahibi kentsel bireylerin çok olduğu toplumlarda olabileceği, sonuçların gelişen ülkelerde de ayrıca detaylı incelenmesini gerektirir diye düşünüyoruz. Ama otomatik vatandaş kanısı, yani ‘ekonomi bozulursa sağlık da bozulur’ tezi galiba pek genel geçerli değil gibi gözüküyor.