Thursday, August 16, 2012

Sığır pazarından global krize!

Sığır pazarından global krize!
Televizyonda "Kim Milyoner Olmak İster" adlı bir yarışma programı var. Yarışmaya katılanlara çeşitli joker (yardım) hakları veriliyor. Yarışmacı soruyu bilemediğinde bu yardımları kullanıyor. Bunlardan biri seyirciye sorma hakkı.

Seyirciler, ellerindeki aletlere doğru olduğunu düşündükleri cevap şıkkını giriyor ve hemen bu tahminlerin dağılımı ekranda beliriyor. İlginç olan, yarışmacıların bu hakkı hep en erken ve daha ziyade basit sorularda takıldıklarında kullanıyor olmaları. Yani çok açık bir biçimde yarışmacılar sayıları çok daha fazla olan seyircilerin tahminlerine güvenmiyorlar. Üstelik seyirciler çoğu zaman doğru cevabı verdikleri halde.
Halbuki ünlü İngiliz istatistikçi Francis Galton'a göre yarışmacıların bu yaptığı doğru değil. The New Yorker yazarı James Surowiecki "Kitlelerin Aklı (The Wisdom of Crowds)" adlı kitabının giriş bölümündeki anekdotta, Galton'ın bir gözlemine yer veriyor. İlginç merakları olan Galton, bir sığır pazarını gezerken bir "sığır kilosu tahmin etme yarışı" yapıldığını görüyor. Pazara gelenler seçilen sığırların kilosunu, daha doğrusu kesilince kaç kilo et çıkacağını tahmin ediyorlar ve en yakın tahmin yapanları ödüllendiriyorlar. Galton, fuara gelen gelişigüzel (ama herhalde hayvancılıkla da bir şekilde ilgisi olan) 800 kişinin katıldığı bu yarışmadaki tahminlerin ortalamasını aldığında görüyor ki, sığırın gerçek (kantarın gösterdiği) kilosuyla tahmin ortalamasının arasında sadece yarım kilo fark ediyor. Surowiecki'nin kitabındaki kitlelerin aklı da bu ve benzeri grup tahminlerinin (ortalamanın) kişisel tahminlere göre çok daha başarılı olduğu tezine dayanıyor. Kurban kestirenler de kurban pazarlarında bu kilo işinin ne kadar önemli olduğunu ve kurbanın kilosunu (çıkacak et miktarının ağırlığını) tahmin etmenin ya da satıcıya güvenmenin ne kadar zor olduğunu bilirler. Surowiecki'nin tezi, şayet doğru ise aslında en doğru tahmin kurban pazarına katılanların yapacakları tahminlerin ortalaması. Bu bağlamda "kim milyoner olmak ister" yarışmacıları da seyircilere çok daha fazla güvenmek ve daha zor sorularda da desteklerini istemek durumundalar.
Peki, sığır pazarındaki bu başarılı kilo tahminlerinin global krizle alakası ne? O bağlantıyı da ünlü İngiliz iktisatçı Jon Kay kuruyor.
Sığır pazarında eğlence amaçlı başlayan kilo tahminlerinin ortalaması bu kadar başarılı olunca bir süre sonra pazarcılar eskiyen kantarları yenileme masrafına girmiyorlar. Nasılsa tahmin yarışması var ve tahminlerin ortalaması gerçek kiloyu kantarlar kadar iyi ölçebiliyor. Ama kilo tahmini önemli hale gelince de katılımcıların bazıları hile yapmaya ve sahibinden sığırla ilgili özel bilgiler edinip ödülü kazanmaya çalışıyorlar. Bunu gören diğer katılımcılar nasılsa kazanamayacaklarını düşünerek yarışmaya girmek istemiyorlar. O zaman da tahminlerin başarısı tehlikeye düşüyor çünkü tahmini güçlendiren aslında yeterli sayıda katılımcı olması.
Bunun üzerine pazarcılar harekete geçip sığır sahiplerinin bilgilerinin herkese açık olmasını sağlamaya çalışıyorlar. Sığır sahipleri 3'er tane sığırlarının gelişimini gösteren rapor hazırlıyor ve bunlar herkesin görebilmesi için pazarın giriş kapısına asılıyor. Sığır sahiplerinin etrafına verdiği her bilginin bu raporlara eklenmesi isteniyor. Bunların dışında bilgiye sahip olduğu düşünülenler pazardan ve yarışmadan men ediliyor.
Bu aşamada devreye "sığır uzmanları" giriyor. Kapıya asılan raporları okuyup tahmin yaparak gelenlere tavsiyeler veriyorlar. Uzmanların daha parlak olanları zamanla bu bilgilerin yarışmayı kazanacak kadar doğru tahmin yapmaya yetmeyebileceğini düşünerek, bilgiler yerine yarışmacıların tahminlerini tahmin etmeye çalışıyorlar. Nasılsa artık kantarlar devrede olmadığı için asıl başarının gerçek kilonun ne olduğu değil, yarışmacıların kilonun ne olduğu konusunda düşünceleri olduğu gerçeğini yakalıyorlar.
Buffett isimli yaşlı bir çiftçi, bu olan bitenlerden rahatsızlık duyuyor. Tüm bunların sığırcılıkla alakası olmayan şeyler olduğunu söylüyor ve tahmin yarışlarını bir kenara bırakıp sığırcılığın özüne dönülmesi konusunda uyarı yapıyor. Ama her ne kadar Buffet, sığırcılıktan çok iyi anlıyor ve çok besili, talep gören sığırlar yetiştirebiliyorsa da pazarcılar bu yaşlı köylünün eski kafalı olduğunu, modern ve pratik uygulamalardan uzak kaldığını düşünüyorlar.
Ama itirazlar artınca pazara uluslararası uzmanlar davet edilip yarışma kuralları yeniden belirleniyor. Genel olarak kabul edilen (generally accepted standards) ve uluslararası kabul gören (international standards) kural dizini şeklinde iki yöntem ortaya çıkıyor ama her ikisi de temelde katılımcıların yaptıkları tahminlerin ortalamasının alınması prensibine dayanıyor.
Sığırların kilosunu doğru tahmin edecek yeterli sayıda katılımcı olmadığı durumda ise devreye "Chicago Üniversitesi matematikçileri" giriyorlar. Yeterli sayıda katılımcı olmadığı durumda dahi kilonun doğru tahmin edilebilmesini sağlayan istatistiki modeller geliştiriyorlar. Doğru bir tahmin için ne çiftçi tecrübesi, ne sığır uzmanlığı ne de kasaplık bilgisi; sadece bu modelleri çalıştıracak güçlü bilgisayarların olması yeterli oluyor.
Bu kilo tahmin yarışmaları, uzmanlar, standartlar, matematik modelleri keşmekeşi yaşanırken birileri kalkıp kantarları yenileyip eski basit sisteme geri dönülmesini istiyorlar. Ama seslerini kimseye duyuramıyorlar. Bu kadar işi bilen akıllı adam varken eski kantarlara ne ihtiyaç var ki?
Ama bu kargaşa içinde de maalesef sığırlar telef olmaya başlıyor. Çünkü herkes kilo tahminleri ile uğraşırken sığırları beslemeyi unutuyorlar.
Bu kıssada bugünkü global krizin nasıl ortaya çıktığına dair yatırımcısından regülatörüne, politika yapıcıdan akademisyenlerine kadar her kesim için çok hisse var. Anlamak isteyen için tabii ki.

SARUHAN OZEL

Thursday, August 2, 2012

agrili melek karaaslan


O kadar cok kadin cinayeti oluyor ki turkiyede, insan bir yerden sonra kaniksiyor. En fazla aksam haberlerinin sonuna kadar uzuluyor. Bircesit yedigin golu cikarmasi uzun surmemesi durumu. Bazilari oyle olmuyor ama. Melek’in olumu de oyle birsey. Tipki emine akcayin olumu gibi. Emine akcay intihar ettiginde bir hafta kendime gelememistim. Kocasi memleketim duzicinde calisirken yoksulluktan intihar etmisti. hikayesini okuyunca sarsiyor insani. O gun odun almaya gidiyor 6 liralik. Islak odunlardan aliyor. Yanmiyo tabii. Sonra lastik parcasini aliyor onunla yakmaya calisiyor yine yanmiyor. Yansa bunlarin hicbiri olmayacak. Ya da en azindan ertelenecek ama o da olmuyo yanmiyor bir turlu. Hala da aklima gelir yansaydi o lastik diye. Sonar sac kurutma makinesini cocuguna verip onunla isinmalarini isteyip intihar ediyor.

Melek de ayni durumda öldu. Herkesin bakislari arasinda. Goz gore gore oldu. Bazen diyorum ben orda olsam mudahale eder miydim? Cok da inanamiyorum mudahale ederdim dememe. Vicdan dedigin nasil suan sarsiyosa icten ice, o soruyu sorarken de sarsiyor hakikaten mudahale ederdim diyemiyorsun da. Belki edersin ama ikiyuzluluk gibi geliyor ederdim demeye. Hikaye kisaca su:

Ağrı'nın Hamur ilçesinde 8 yıl önce evlendirildiği kocası ve kocasının ailesi tarafından dövülerek akıl sağlığını kaybeden Melek, tuvalete bağlanmış ve açlıktan ölmek üzereyken bulunmuştu. Günlerce tuvalete bağlı kaldığı için yürüyemeyen, açık yaraları kurtlanan 24 yaşındaki talihsiz kadın Ankara'da tedavi gördüğü hastanede öldü. Melek'in yürek burkan hikayesini kamuoyuna ilk duyuran SABAH, bu kez talihsiz kadının köyünde ailesiyle görüştü. Şiddet gören kızlarını kurtarmak için çok uğraştıklarını anlatan acılı aile Melek'i ilk buldukları an yaşadıklarını anlattı. Hapsedildiği tuvalette 4 yaşındaki oğlu tarafından ekmekle beslenen talihsiz kadının ilk sözleri "Anne çok açım" olmuştu. Tüyler ürperten bir hikayeyle hayata gözlerini yuman Melek'in büyüdüğü Ağrı'nın Çağlayan köyünde Melek'ten sonra keşfedilen bir Melek var. Köyde taziye ziyaretlerinin biri bitiyor, diğeri başlıyor. Köye girişimizde BDP heyetiyle karşılaştık. Önceki gün de Ağrı Valisi'nin ziyaret ettiği köy, sanki Melek'le yeniden keşfedilmiş gibi.

BABAMA SİLAH ÇEKTİLER
Ziyaretçilerin ardından Melek'in 16 yaşına kadar büyüdüğü evde annesi Hanım, babası Kasım, amcası Aziz Levent ile kızkardeşleri Aysu, İnci, Sevgül ve ağabeyi Reis'ten Melek'in öyküsünü dinledik. Ve bu öyküde yine hiç kimsenin bilmediği ayrıntılarla karşılaştık. İlk sözü Diyadin'de bir köyde evli olan İnci alıyor: "Ablamın yaşadığı şiddeti biliyorduk. Babam her seferinde gidip onlarla kavga ediyordu, birkaç sefer alıp eve getirdi. En son geldiğinde bir ay kalmıştı. Ama onlar 'gelinimizi verin' diyorlardı. Bir defasında kayınvalidesi Naciye Karaaslan babama silah d a h i çekti." Melek'in 7 erkek çocuğu babası olan amcası Aziz'i en çok üzen olaylardan biri yeğeninin saçının zorla kesilmesi olmuş. Aziz Levent, Melek'i en son geçen sene görmüş. O zaman çok sağlıklı olduğunu söylüyor ve oralar için önemli bir ayrıntıdan bahsediyor: "Karaaslan ailesi Melek'in hep sağlıksız olduğunu iddia ediyor. Ama bu yalan. Melek öyle güçlü bir kızdı ki, ailenin 300 koyunluk sürüsünü tek başına güderdi. O güçlü ve güzel kızı bir avuca sığacak hale dönüştürmüşler üstelik bir de saçını 3 numara kesmişler. Öğrendiğimiz kadarıyla bunu da kayınvalidesi ve kocası birlikte yapmış."

"BEBEK ÖLÜ DOĞDU"
Melek'i bir tanıdıklarının aracılığıyla Karaaslan ailesiyle görücü usulü evlendiren Hanım ve Kasım Levent, Karaaslan ailesinden duydukları korkuyu gizlemeden konuşuyorlar. Kızının durumunu öğrendikten sonra kocasıyla Hamur'daki Karaaslan ailesinin evine giden Hanım Levent'in tanıklığı ise daha önemli ayrıntılar içeriyor: "Kızımı tuvalette o halde gördüğümde bayılarak kendimden geçmişim. Ayıldığımda kocam, Naciye Karaaslan'ın üstüne yürüyerek 'Madem bakmayacaktınız getirip kapımın önüne koysaydınız ya da devlete haber verseydiniz' diye bağırıyordu. Götürmek isteyince o anda bile bize engel oldular. Önce yatağını, yorganını, sandığını da götürün diye oyalamak istediler. Anladık ki polisin onu tuvalette bir tahtanın üstünde bulmasını istemiyorlardı. Ağlaya ağlaya polise gittik. Polis geldiğinde Melek'i alarak bir taksiye bindirdik. 'Askeriye bile gelse onu götüremezsiniz' diyorlardı. Tehditleri işe yaramayınca bindiğimiz taksiyi taşlamaktan bile çekinmediler." Ablasının son günlerinin tanığı olan 16 yaşındaki Aysu'nun anlatımlarıysa yürek parçalayıcı. Ablasının kendisine "Beni tuvalete kocam ve kayınvalidem bağladı, saçlarımı da onlar kesti" dediğini anlatan Aysu sözlerini şöyle sürdürüyor: "Ablam bir yıl hamile kalmadı. Kayınvalidesi bütün gelinler doğurdu, sen doğurmadın diye baskı yapmaya başlamış. Bir yıl sonra hamile kaldı ve doktor ultrasonda bebeğin kız olacağını söyledi. Onlar da baskılarını sürdürdüler ve bir gece yarısı onu karda dışarı attılar. Fakat ne yazık ki doktor yanılmıştı. O bebek erkekti ama soğukta doğduğu için öldü." Ablasının kocasından ve ailesinden çok korktuğu için son ana kadar yaşadıklarını kendilerine anlatmadığını, ancak sürekli sırt ağrılarından şikayet ettiğini söyleyen Aysu Levent bu ağrıların nedeninin de demir sopayla dövülme sonucu olduğunu komşulardan öğrendiklerini aktarıyor. Sekiz çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olan Melek'in ölümünden sonra askerden izin alarak Ağrı'ya gelen kardeşi İdris ve anne babasıyla Ağrı merkezde buluşuyoruz. Baba Kasım Levent'in anlattıkları kan donduracak cinsten: "Melek'i bulduğumuzda üstündeki sineklerden yüzü dahi görünmüyordu. 4 yaşındaki oğlu Hakan annesinin ağzına ekmek veriyordu ve o yaşında altını temizlemeye çalışıyordu. Onu hastaneden önce büyük oğlumun evine getirdik, yıkadık. Kendine gelir gelmez 'Açım' dedi. Annesi yoğurda ekmek doğrayarak yedirdi. Karnını doyurduktan sonra 'Oh mis gibiymiş' diye gülümsedi."

"O BENİM CİĞERİMDİ"
Neden kızlarıyla Ankara'ya gitmedikleri sorusunu ise şöyle yanıtlıyor: "'Melek iyileşecek ve bir hafta burada' dediler. Oğlumuzu ve gelinimizi Melek'le bırakıp köye gittik, ertesi gün dönecektik. Sonra Ankara'ya kaldırılmış, oğluma da gelmene gerek yok denmiş." Baba kamuoyunun kendisine yönelik tepkisinden de şikayetçi: "Gücüm olsaydı o adamlar bu kadar rahat dışarıda dolaşamazdı. Bizi korkutmuşlardı." Savcının kendisine "Niye yardım etmediniz?" diye sorduğunu da anlatan baba, Melek'in sadece bel ağrısı şikayeti olduğunu belirterek "O benim ciğerimdi, bu kadar insanlıktan çıkacaklarını bilseydim bırakır mıydım. Bunu vahşi hayvanlar bile yapmaz" diye yanıt veriyor.

"O AİLE İŞKENCEYLE ÖLDÜRMEKTEN YARGILANMALI"
Melek Karaaslan'ın (24) faillerinin dört ayrı suçtan yargılanması gerektiği belirtildi. Sokakta doğurduğu çocuğunun ölümünden sonra bunalıma giren iki çocuk annesi Karaaslan'ın ölümüne neden olan eşi ve eşinin ailesinin sadece 'adam öldürmek' değil, 'eziyet', 'eşe karşı yaralama sonucu ölüme sebebiyet vermek' , 'kişiyi hürriyetinden yoksun kılma' suçlarından yargılanması gerektiğini belirten Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkan Yardımcısı avukat Münip Ermiş şöyle konuştu: "Yasa hiçbir hukuki yoruma izin vermeyecek kadar açıktır. Karaaslan'ın Adli Tıp raporu çıktıktan sonra yargılamanın daha sağlıklı gideceğini düşünüyorum. Rapordan sonra ölüme neden olabilecek derece ve yoğunlukta eylem sonucu ölümün gerçekleştiği anlaşılırsa, hiç tartışmasız şekilde sanığın öldürme suçunun ağırlaşmış halini düzenleyen TCK.82/b -d, yani 'eşe karşı işkence ile insan öldürme' suçundan cezalandırılması ve yargılanması gerekecektir." Ermiş, bu kişilerin ağırlaştırılmış ömür boyu hapsin yanı sıra diğer suçlardan da toplam 7 yıla kadar hapis istemiyle yargılanması gerektiğini belirtirken, "Tutuklu yargılanması gerekiyor" dedi.

BAKANLIK İZLİYOR
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Melek Karaaslan vakası için bugün Ağrı'ya geliyor. Şahin, olayla ilgili gelişmeleri öğrenmek için Ağrı Valisi Ali Yerlikaya'yla bir araya geldikten sonra, ailenin yaşadığı Çağlayan köyüne gidecek. Bakan Şahin ayrıca Melek'in ailesini bugün iftar yemeğinde ağırlayacak.


beni en cok vucudunun kireclenmesi ve kurtlanmasi etkilemisti. Kurtlanma, yuzunun sinekle kaplanmasi, karlar altinda dogum; olu dogum, saci 3 numaraya verme, giden akil sagligi, 4 yasindaki cocuk tarafindan beslenme. Vurdukca vuruyor insana. isminin melek olmasi ayri bir vuruyor, memleketinin agri ili olmasi agrilar icerisinde olen birisi olmasi bir daha vuruyor.
 ruhat menginin yazisindan kesitler:

Benim kadar sizi de rahatsiz ettiyse çok memnun oldum, bilmenizi isterim. O çocuk yaşta gencecik kız feci işkencelerle öldürülürken bizler kim bilir neyle meşguldük, neye gülüyor, nerede tatil yapıyorduk.

Küçük Melek bacak ve kalçaları kireçlenmiş, vücudunda açılan yaralar kurtlanmış olarak bulunmuş, bir deri bir kemik halde.. Şu anda ağlıyorum ve biliyorum ki uzun süre ağlayacağım. Sadece o zavallı çocuğa değil, bu konudaki kendi çaresizliğime de ağlıyorum. Ülkem ve toplumum adına da ağlıyorum..


Zamandan nedim hazar sunlari yazmis:

Bir Melek eksildi

Melek'in hayat hikâyesi, insanlığın karnesi aslında. Melek, kendi imtihanını yaşadı ve şimdi Rabb-i Rahim'inin, mutlak merhametlinin yanında. Dolayısıyla dünya çilesi, ızdırabı bu anlamda sona erdi. Ama insanlık çok şey kaybetti, biz geride kalanlar böylesi bir ayıp ve merhametsizliğin gizli-açık ortağı ve zalimlerindeniz artık.

Belki hâlâ tanımayanınız vardır Melek'i.

Anlatayım...

Anadolu'nun küçük bir ilçesinde açtı gözlerini dünyaya. 8 çocuklu evin ikinci büyük kızıydı. 16'sında evlendirdiler Melek'i. Şiddet görmeye başladı eşinden. Sadece kocasından değil, onun anne ve babası da bu zulüm korosuna iştirak etti. İlk çocuğunu doğurmadan hemen önce sokağa atıldı Melek. Karların içinde, kaldırımda doğurdu çocuğunu ve o an kaybetti. Buz gibi ayazda, tek başına sokakta doğum yaptı ve bebeğinin cansız bedeniyle sabaha kadar bekledi. Ruhunda öylesi büyük bir gedik açtı ki bu kayıp, bir daha toparlaması zor oldu. Toparlayamadıkça şiddet arttı, şiddet arttıkça o büsbütün bu dünyadan kopmaya başladı. Tabiri caizse 'Ailesinin üzerine attı' Melek'i kocası. Sonra toplum baskısı ile tekrar kocasına gönderildi. Zalimlik artarak devam etti. İki çocuğu daha oldu ama ilk çocuğuyla beraber çok şey kaybetmişti genç kadın. Yaşı henüz 20 olmuştu.

Yıllarca sürdü bu işkence. 24 yaşına kadar... Gördüğü maddi ve manevi işkencelerden dolayı tamamen bitme noktasına gelmişti.

30 kiloya düşmüştü Melek. Aylardır tuvalete kapatıldığı için eklem yerleri tutulmuş, yaraları belirmiş ve bu yaralar kurtlanmıştı. Yıllardır kimseyle doğru dürüst konuşmadığı ve aylardır tek başına kapatıldığı için konuşma yeteneğini de yitirmişti.

Sadece gözleri vardı sanki. Derin derin bakan ve yaşadığı acıyı artık aşmış, ahirete çevrilmiş gibi duran gözleri.

Çok fazla sürmedi hayat mücadelesi. Hastaneye yatırıldıktan bir süre sonra bu acı ve alçaklarla dolu dünyadan çekti gitti. Bir çarşamba günü, öğle vakti son kez baktı ızdırap dolu gözlerle ve kapadı yorgun göz kapaklarını. Zayıf düşmüş kalbi durmakta hiç zorlanmadı. Sessiz bir misafir gibi çekip gitti öte âleme.

Bu haberi gazetelerde okuduğum günden beri sarsıntı yaşıyorum. 30 kilo, sevgili okur; 30. Haberi okuduktan sonra 10 yaşındaki kızıma kaç kilo olduğunu sordum ve '36' cevabını aldım. 24 yaşında, biri ölmüş üç çocuk annesi Melek 30 kilo olarak ayrıldı bu dünyadan. Belinde, kalçalarında açılan yaralar kurtlanmıştı. Dizlerini doğrultamıyordu.

Bu haberden feminist söylem üretenlere de, Anadolu insanına haksızlık edenlere de, peşinen savunanlara da bir çift sözüm var: Mesele eğitim meselesi filan değil. İnsanlık meselesi. Kız çocuğunu eğitmek her şey demek değil (elbette eğitimli olmalı tüm çocuklarımız), zulmü yapan, gaddar olan, merhametsiz olan Melek değil, kocası, kayın pederi, kayın validesi. Kaldı ki, medya çarpıtıyor da olabilir. Yani eşinin ya da onun ailesinin kabahati de olmayabilir. Ama tüm bunlar gerçeği değiştirmiyor. Kedileri, köpekleri, kuşları beslediğimiz, ağaca sıkışmış kediyi, çatıya kaçmış köpeği kurtarmak için itfaiyelerin, kocaman devletin harekete geçtiği bir dünyada, Melek sahipsiz kaldı. 8 yıl acı ile yaşadı. Ve bunda vebal hepimizin. Zalim kocası ya da diğerleri kadar olmasa da en yakınındaki komşusundan, bizlere kadar herkesin bu canavarlıkta payı var.

"Sen de kim oluyorsun? / Asıl sabreden Allah!" diyor şair, sabrın sınırlarında gezinirken. Hakikaten yüce Allah büyük sabır sahibi. Yoksa bir tek Melek örneği bile kıyametin kopması için yeter sebep olabilirdi bence. Sabrediyor Allah, sabrediyor.

İnsanoğlunun zalimliğinin, vurdumduymazlığının, umursamazlığının kurbanı Melek. Korkarım ki son değil...

Bir melek eksildi bu dünyadan. Zaten sayıca fazla olan zalimler ve zalimlik bir kez daha kazanmış oldu.

kiz kardesim mommo filminin iki muhtesem soundtracki vardir ya hani. o aklima geliyor. ayselerin meleklerin hikayesini anlatir o agit ve turku.

melek evin kucuk kizi:

http://www.youtube.com/watch?v=zoMjKZdIbnY


muharrem ertas usta hukum padisahinsa daglar bizimdir der ya hani avsar bozlagini soylerken, bu dunya zalimlerinse obur dunya meleklerindir der gibi hani:


http://www.youtube.com/watch?v=Y-1PFP9yBrI