Wednesday, September 30, 2015

Efsane İngiltere - Macaristan Maçı : 3 - 6




şimdiki ofsayt kuralında 2 oyuncunun gerisinde olunması gerekirken 20.YY'in başında bu kuralda 3 oyuncunun gerisinde olmak gerekirdi. Fakat kural değiştirilip 2ye indirilince ingilizler 2-3-5 yerine defans ortasına merkez forveti tutacak bir oyuncu daha koyuyorlar. Bu yeni system W-M sistemi: 3-2-2-3. ve rakiplerini sürklase ediyorlar. 1953’e gelindiğinde Macaristan ile İngiltere karşılaşacak. o dönemde her pozisyonun numarası belirli.  Mesela 10 numara forvet arkası 9 numara ise santrafor ve merkezde. o zamanın siteminde ise markaj çok önemli ve oyuncular sahaya çıkarken numarayı markaj ediyorlar. O alana gelen oyuncuyu değil merkez forvet numarası giyeni yani 9 numarayı kim giyiyorsa onu markaja alıyorsun. İngiliz milli takımı 3 senedir yenilmeyen ve futbolu icat eden ülke, karşısındaki Macaristan ise komünist ülke. Macarlar İngiltere maçında 9 numarayı Hidegkuti'ye veriyor. Aslında kendisi forvet değil hücuma dönük orta saha oyuncusu. Macaristan'ın asıl gol silahları ise Puskas ve Koçsis. Puskas ise Kispest'in oyuncusu normalde. Fakat savunma bakanlığı klübe el koyduğu için takım Honved adını alıyor oyunculara da askeri rütbeler veriliyor. İngilizler Puskası pek tanımadığından binbaşı rütbeli puskasa karşı oynamayı küçümseyip alay ediyorlar. Hidegkuti'ye dönersek 9 numarayı giyen olarak defansın ortasındaki adamın markajına girecek: yani 5 numara. Macar Koçsis 8 numarayı giyerken Puskas 10 numarayı giyiyor. İngilizler onları giydikleri bu forma numaraları nedeniyle orta saha oyuncusu zannediyorlar halbuki santraforlar. üstelik ileriye oyunculari maçta sürekli yer değiştirerek kafa karıştırıyor markajcıları da peşinden sürükleyerek ve diğer oyunculara alan açıyorlar ama asıl darbeyi Hidegkuti’nin merkez forvet yerini boşaltmasından yiyor İngiltere. Harry Johnson Hidegkuti’nin peşinden orta sahaya giderek merkezi boşaltıyor. Diğer Macarlar aslında forvet olmayan Hidegkuti'nin bıraktığı boşluğu değerlendirerek gol pozisyonlarına giriyorlar. İngilizler ise daha önce böyle bir taktikle karşılaşmadıklarından maç boyunca çözüm üretmeye çalışıyorlar ama beceremiyorlar. O müthiş İngiltere sahadan 6 gol yiyerek ayrılıyor çaresizce. Dünyayı öyle şok edici bir maç ki 100 yılın en büyük maçı birçoğuna göre. Macaristan üst üste 36 maç kaybetmiyor, ve en son 1954 Dünya Kupası finalinde Batı Almanyaya 3-2 kabediyor. İngiltere galibiyetini büyük kalabalıklarla karşılamış halk Dünya Kupası finalini kaybeden oyuncuları bağrına şöyle basıyor: Efsane Puskas lig maçlarında kötü tezahürata maruz kalıyor, Sebe adlı oyuncunun çocuğu okulda dayak yiyor. Dünya Kupasının en iyi kalecisi seçilen Grosics ise tutuklanıyor.

Wednesday, April 23, 2014

Georges Politzer Felsefenin Baslangic Ilkeleri

Bilindigi uzere Isci Universitesi 1932 yilinda kucuk bir profesorler grubu tarafindan beden iscilerine marksist bilimi ogretmek ve onlara zamanimizi anlama ve teknik alanda oldugu kadar siyasal ve toplumsal alanda da eylemlerini yurutme olanagini saglayacak bir dusunme yontemi ogretmek icin kurulmustu. buradaki notlar ise o derslerde alinan notlar uzerinden alinmis notlardir.

Lenin: devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz. bu ifadeyle her seyden once teoriyi pratige baglamak gerekir demektir.

Felsefeyi tanimlamak icin felsefenin evreni dogayi aciklamak istedigini, en genel sorunlari inceledigini soyleyecegiz. daha az genel olan sorunlar bilimlerce incelenir. oyleyse felsefe, bilimlerin bir uzantisidir, su anlamda ki, felsefe bilimlere dayanir ve onlara baglidir. Materyalizm ise su noktada evrenin bilimsel aciklamasindan baska birsey degildir.

marx ve engels 19. yy buyuk buluslarinin onemini anlayarak, materyalist felsefeye, evrenin bilimsel aciklamasinda cok buyuk ilerlemeler yapma olanagi sagladilar.. boylece diyalektik materyalizm dogdu. sonra ilkin onlar dunyayi yoneten yasalarin, toplumlarin gelismesini aciklamaya yaradigini anladilar; boylece unlu tarihsel materyalizm teorisini dile getirdiler. Bilimlerden yola cikarak bu eski materyalizmi yenilediler ve bize diyalektik materyalizm denilen ve marksizmin temelini olusturan cagas materyalizmi sundular.

diyalektik materyalizmden soz ettigimiz zaman onumuzde iki sozcuk vardir: materyalizm ve diyalektik; bu demektir ki materyalizm diyalektiktir. biliyoruz ki marx ve engelsten once de materyalizm vardi, ama onlar 19. yuzyilin buluslarinin yardimiyla bu materyalizm seklini degistirdiler ve diyalektik materyalizmi yarattilar. ama onlardan once de materyalist filozoflar olmustu. ornegin 18. yy da diderot.

Filozoflar dunyayi dogayi insani yani sonuc olarak bizi kusatan herseyi aciklamak isine giristikleri zaman, seyleri ayirdetmek gerekli olmustu. biz kendimiz de, gordugumuz, dokundugumuz maddi seyler, nesneler bulundugunu saptiyoruz. ayrica goremedigimiz dokunamadigimiz, olcemedigimiz, ornegin fikirler gibi, baska gercekler oldugunu saptiyoruz. demek ki seyleri soyle siniflandiriyoruz: bir yanda maddi olan seyler; ote yanda ruh, dusunce ve fikirler alaninda kalan maddi olmayan seyler. iste boylece filozoflar madde ve ruh ile karsi karsiya geldi. Engels,  Ludwig Feuerbach ve klasik alman felsefesinin sonu adli kitabinda varlik ve dusunceden soz ederken, varliga madde, dusunceye ruh demektedir.

dusunce bizim seylerden edindigimiz, seyler hakkindaki fikrimizidri, bu fikirlerin bazilari, bize, alisildigi uzere, duyumlarimizdan gelir ve maddi nesneleri karsilarlar, tanri fikri gibi, felsefe, sonsuzluk ve bizzat dusunce gibi diger bazi fikirler ise maddi nesneleri karsilamazlar.

ilk insanlar busbutun bilgisiz olduklari, gerek dunya gerek kendileri hakkinda hicbir bilgileri olmadigi, dunya uzerinde etki yaratabilmek icin ancak pek gucsuz araclardan yararlanabildikleri icin, kendilerini saskinliga ugratan butun olaylarin sorumlulugunu, dogaustu varliklara yukluyorlardi.

dunya tanri tarafindan mi yaratilmistir yoksa butun oncesizlik boyunca var miydi? filozoflar, bu soruyu yanitlayislarina gore iki buyuk kampa ayriliyorlardi.
bilimsel olmayan aciklamayi benimseyerek, dunyanin tanri tarafindan yaratildigini kabul edenler, yani ruhun maddeyi yarattigini soyleyenler idealizm kampini olusturuyordu.
otekiler dunyayi bilimsel olarak aciklamaya calisanlar, doganin, maddenin baslica oge oldugunu dusunenler, materyalizmin cesitli okullarinda yer aliyordu. baslangicta bu 2 deyimin baska bir anlami yokru. demek ki idealizm ve materyalizm, felsefenin temel sorununa karsit ve celisik iki yanit verirler. idealizm bilimsel olmayan materyalizm ise bilimsel olan anlayistir. (aslinda degil. neden bilimsel olmadigini anlamak icin karl popper ve bilim felsefesine bakilabilir)

ahlaki idealizm insanin kendisini bir davaya bir ulkuye adamasi demektir. tum dunyadakai isci hareketinin tarihinden ogreniyoruz ki sayilamayacak kadar cok devrimci ve marksist yasamlarini feda edecek kadar kendilerini manevi bir ulkuye adamislardir.

Felsefi idealizm ise dunyanin ruh ile aciklanmasini temel alan bir ogretidir. bu ogreti felsefenin temel sorusuna en onemli, baslica ve ilk oge dusuncedir diye yanit veren ogretidir. ve idealizm, dusuncenin 1. derecede onemli oldugunu one surerken, varligi, dusuncenin yarattigini ya da baska bir deyisle maddeyi ruhun yarattigini ileri surmektedir. bilimsel tanritanimaz materyalist acikalmalara karsi idealistler maddenin varligini bile yadsimaya gitti ve bunu gerekli gordu.

iste 18. yy baslarinda bir ingiliz piskopos olan ve idealizmin babasi diye adlandirilan berkeley'in dort elle sarildigi sey budur. berkeleyin felsefi sisteminin amaci materyalizmi yikmak, maddi varligin varolmadigini bize tanitlamaya calismak olacaktir.

marx ve engelsten once materyalist dusunurlerin en buyugu olan diderot'un berkeleyin sistemini "insan akli ve felsefe icin ne utanilacak bir seydir ki  hepsinin en sacmasi oldugu halde, savasim verilmesi en guc bir sistem" olarak tanimlarken onu biraz da onemsedigini bilmemiz gerekir.

Berkeley soyle der: ruhumuzun disinda, dusunerek varoldugunu sandigimiz, madde degildir, onlari gordugumuz icin, onlara dokundugumuz icin, seylerin varoldugunu dusunuyoruz; bu duyumlari bize verdikleri icin seylerin varligina inaniyoruz.
ama duyumlarimiz, bizim, ruhumuzda sahip oldugumuz fikirlerdir. oyleyse, duyumlarimizla algiladigimiz nesneler fikirlerden baska birsey degildir ve fikirler ise bizim ruhumuz disinda varolamazlar.

Berkeleye gore, seyler vardir; o, onlarin dogasini ve onlarin varligini yadsimiyor; ama onlarin, ancak, duyumlarimizin bir yargisi sonucu ve onlari bize tanitan duyumlar biciminde varolduklarini  ve nesnelerin ancak ayni ve tek birsey oldugunu ileri suruyor. seyler vardir bu kesindir diyor ama bizde, bizim ruhumuzda, ve seylerin ruh disinda hicbir gercekligi yoktur.

Berkeley: ayni birseyin ayni zamanda farkli olabilecegine inanmak bir sacmalik degil midir? ornegin ayni anda soguk ve sicak. dusununuz ki ellerinizin biri sicak, otekisi soguk olsun ve her ikisini de ayni zamanda orta sicaklikta su ile dolu kaba daldirirsaniz su bir elinize sicak diger elinize soguk gelecektir. madem ki bir seyin kendisinin ayni anda farkli olabilmesi sacma birseydir bundan o seyin ancak bizim ruhumuzda varoldugu sonucunu cikarmaliyiz. ya da bir kumas parcasi. siz bana onun kirmizi oldugunu soyluyorsunuz. butunuyle dogru mu bu? siz kirmizinin kumasin kendisinde oldugunu dusunuyorsunuz. kesin mi bu? biliyorsunuz ki gozleri bizimkilerden farkli olan ve bu kumasi kirmizi olarak gormeyecek hayvanlar vardir; ayni sekilde sariligi olan bir insan da onu, sari gorecektir.  oyleyse bu kumasin rengi nedir? bu duruma bagli mi diyorsunuz? su halde kirmizi kumasin kendinde degil ama gozde yani bizdedir.
bu kumas hafif midir diyorsunuz? birakin bakalim bir karincanin uzerine dussun karinca elbette agir bulacak onu. oyleyse kim hakli? onun sicak oldugunu dusunuyorsunuz, atesininz olsaydi soguk bulacaktiniz! oyleyse sicak mi yoksa soguk mu?

materyalist felsese: Gunese bakarsak biz onu yuvarlak duz ve kirmizi goruruz. bilim bize yanildigimizi gunesin duz ve kirmizi olmadigini ogretir.  oyleyse bilimin yardimiyla, gunese atfettigimiz bazi yanlis nitelikleri bir yana birakiyoruz  ama bu yuzden gunesin varolmadigi sonucunu cikaramayiz. oysa berkeley boyle sonuca variyor.

Berkeleye gore bizim ruhumuz kendi basina bu fikirleri yaratmak yeteneginde olamayacagindan ve zaten her istedigi fikri yaratamadigindan daha guclu baska bir ruhun bu fikirlerin yaraticisi oldugunu kabul etmek gerekir. su halde, bizim ruhumuzu yaratan ve ruhumuzda karsilastigimiz dunya hakkindaki butun fikirleri bize buyuran tanridir.

zamanla bilimler dunya olaylarinin aciklanmasina idealist filozoflarin dogmalari ile celisen ve tedirginlik yaratan bir aciklik getirince  felsefe ile bilimler arasinda bir catisma basladi. bu cagin resmi felsefesi ile catimsakta olan bilimlerin felsefeden ayrilmalari zorunlu oldu. boylece.. 2onlarin gelecegin yakin bir cozumu icin olgunlasmis bulunan daha sinirli sorunlari ele almak uzere felsefenin karmasik seyler yiginindan kendilerini kurtarmak ve derin varsayimlari filozoflara birakmak ilk isleri oldu. boylece felsefe ve bilimler ayrildi.

Su halde materyalistlere gore dunyayi ve maddeyi yaratmis olan tanri ya da ruh degildir, ama ruhu yaratmis olan dunyadir, maddedir dogadir. "Tinin kendisi maddenin en ustun bir urununden baska birsey degildir". bunun icindir ki dusunme insana nereden gelir dersek, materyalistler insan dusunuyor cunku onun bir beyni vardir  ve dusunce beynin urunudur diye yanit verirler. onlara gore maddesiz cisimsiz dusunce olamaz.

su halde ozetlemek icin soyle diyecegiz:

materyalistler felsefenin temel sorusu karsisinda:
ruhu yaratan maddedir ve bilimsel olarak, asla maddesiz ruh gorulmedi.

madde her ruhun disinda vardir ve maddenin kendine ozgu bir varligi oldugundan  varolmak icin ruha gereksinme duymaz, dolayisiyla idealistlerin soylediklerinin tersine, seyleri yaratanlar bizim fikrimiz degildir, biz fikirlerimizi seylerden aliriz

biz dunyayi tanimak yetenegindeyiz, maddeden ve dunyadan edindigimiz fikirler giderek daha dogru oluyorlar, cunku bilimleri yardimiyla daha once bildiklerimizi kesinlestirebildiklerimizi ve bilmediklerimizi de bulabildigimizi dogrular.

bizim cevremizdeki dunya hakkindaki dusuncelerimiz ile bu dunya arasinda nasil bir baglanti var? bizim dusuncemiz gercek dunyayi bilebilecek durumda midir?bu sorular felsefe dilinde dusunce ile varligin ozdesligi sorunu diye adlandirilir.- karsisinda materyalistler su olumlamada bulunur. evet biz dunyayi taniyabiliriz ve bizim bu dunyaya iliskin edindigimiz fikirler gittikce daha dogru olmaktadir. cunku biz dunyayi bilimlerin yardimiyla inceleyip ogrenebiliyoruz, cunku bilimler surekli olarak deney yoluyla bizi cevreleyen seylerin kendilerine ozgu ve bizden bagimsiz bir gercekleri oldugunu tanitlamaktadir ve insanlar daha simdiden bu seylerin bir bolumunu uretebilmekte ve yapay olarak yaratabilmektedir.

oznel gercek: yalnizca bizim dusuncemizde varolan gercek anlamina gelir. nesnel gercek: dusuncemizin disinda varolan gercek anlamina gelir. idealistler dunya nesnel bir gercek degil ama oznel bir gercektir derler.

oznel nesnel gerceklik noktasinda bir idealistle yolun karsisina gecerken yoldan gecen bir otobusu alalim. elbette ki eger ezilmek istemiyorsak her ikimiz de cok dikkatli olacagiz, demekki pratikte, idealist otobusun varligini tanimak zorundadir. ona gore pratikte nesnel bir otobus ile oznel bir otobus arasinda bir ayrim yoktur ve bu pratikte idealistlerin materyalist oldugunu tanitlar. Demekki Lenin'in soyledigi gibi pratigin olcutu ile idealistleri susturmamiz olanakli olacaktir.

bir an idealistlerin hakli oldugunu varsayalim. dunya yalnizca bizim dusuncemizde var ise insanlardan once var degildi demektir. biliyoruz ki bu yanlistir cunku bilim insanin yeryuzunde cok sonradan ciktigini bize tanitliyor,

Agnostizm yani bilinemezcilik e gore seylerin gercek dogasini bilmeye calismak yararsizdir ve biz gorunuslerden baska birseyi bilemeyiz. yunancade a olumsuzluk bildirir gnostikos, bilinirlik anlamina gelir. duyularimiz bizim seyleri gormemizi duymamizi onlarin dis gorunuslerini dis yonlerini tanimamizi saglar; oyleyse bu gorunusler, bizim icin mevcuttur; onlar felsefe dilinde bizim-icin-sey denilen seyi olustururlar. ama biz, bizden bagimsiz olan seyi kendine ozgu ve kendinde-sey denilen seyi, kendi gercegi ile taniyamayiz, bilemeyiz. bu felsefenin kuruculari hume bir iskoc kant ise almandi. her ikisi de materyalizm ile idealizmi uzlastirmaya calisti. hume dis evrenin varligini kabul ediyor ama hemen ardindan bu varligi nesnel bir gercek olarak kabul etmeyi reddediyor. ona gore bu varlik imgeden baska birsey degildir ve bu varligi bu imgeyi kaydeden duyularimiz, ruh ile nesne arasinda herhangi bir iliski kurma yeteneginde degildir.kisacasi biz seylerin ortasinda sanki perde uzerinde nesnelerin imgesi onlarin varligini saptadigimiz, ama imgelerin kendileri ardinda yani perdenin ardinda herhangi bir seyin bulunmadigi bir sinemada yasiyor gibiyiz

Materyalistlere gore ornegin otobus nesnel bir gercektir; bilinemezci ise bize diyor ki bu kesin degil bu otobusun bir dusunce mi yoksa bir gercek mi oldugunu bilemeyiz.demekki  dusuncemizin seylerin yansimasi oldugunu yasakliyor. burada tam bir idealist dusunce tarzinin ortasindayiz. cunku seylerin varolmadiklarini ileri surmekle onlarin varolup olmadiklarinin bilinemeyeceini one surmek arasinda pek bir fark yok. demek ki bilinemezci yasamin gidisine ve bilimin yapisina gelince materyalisttir ama materyalizmi olumlamaya curet edemeyen herseyden once idealistlerle sorun cikarmamaya calisan ve dinle catisma haline girmemeye ozen gosterenbir materyalisttir. utangac bir materyalisttir.

"Bilinemezciyi kaziyin idealisti bulacaksiniz" (Lenin)

coregin (varliginin) kaniti onun yenmesindedir (ingiliz atasozu). coregin (varliginin) kaniti onun yenmesindedir (ingiliz atasozu). eger corek varolmasaydi ya da fikirden ibaret baska birsey olmasaydi coregi yedikten sonra aclik hic de giderilmis olmazdi.

eski yunanlilarda maddenin osnsuz olarak bolunemeyen nufuz edilemeyen dolu bir gercek oldugu dusunuluyordu.buna da atom=bolunmez adi veriliyordu. bu teoriyi ilk kez demokritos bulmustur.o insan bedeninin de atomlardan olustugunu ruhun ise daha ince atomlar yigini oldugunu dusunuyordu.

maddenin varligini ortaya koyduktan sonra kesinlikle belirtelim ki evren hareket halindeki maddeden baska birsey degildir ve bu hareket halindeki madde, uzay ve zamandan baska birseyin icinde hareket etmez.

materyaliste gore birinci etken yani varlik, toplumu toplum yapan, ona can veren, ekonomik yasamdir. ikinci etken, yani dusunce varlik tarafindan yaratilmis olan ve ancak onunla yasayabilen siyasal yasamdir. demek ki materyalist, madem ki siyasla yasam, ekonomik yasamin bir urunudur, ekonomik yasam siyasal yasami aciklar diyecektir. bu materyalizmin ozudur ve ilk kez marx ve engles tarafindan yapilmistir.

diyalektigin babasi heraklitostur. hicbir sey hareketsiz degildir her sey akar; ayni irmakta 2 kez yikanilmaz, cunku irmak ardarda gelen iki an icinde asla ayni irmak degildir; bir andan otekine degismistir; baska olmustur.

ingiliz materyalizminin babasi bacon'dur.doga deneyine dayanan bilim, onun gozunde gercek bilimi olusturur ve duyulur fizik, gercek bilimin en soylu parcasidir. bacon bilimlerin incelenmesinde, deneysel yontemin kurucusu olarak un yapmistir. onun icin onemli olan, bilimi doganin buyuk kitabindan okumaktir. Fikirlerin deneyimden nasil geldigini tanitlamay ilk girisen john locke olmustur. locke butun fikirlerin deneyimden geldigini ve bize fikirlerimizi yalniz deneyimin verdigini gosterdi. ilk masa fikri, insana daha masa olmadan once gelmsitir, cunku o deneyiyle daha once de agac kutugunu ya da bir tasi masa gibi kullaniyordu.

burjuva tarihinin soylemedigi ama herseyden once soylenmesi gereken sey, diderot'un marx ve engelsten once en buyuk materyalist dusunur oldugudur. lenin diderot'nun cagdas (diyalektik) materyalizmin sonuclarina hemen hemen ulastigini soyler.

Feuerbach dinin elestirisini kokunden gelistirerek materyalizmin unutulmus olan temellerini saglikli ve gunune uygun bir bicimde yeniden ele aliyor ve boylece cagin filozoflarini etkiliyor. 19. yy seyesinde bilimlerin cok buyuk ilerleme kaydettigi, ozellikle 3 buyuk bulusun yapildigi doneme canli hucrenin, enerjinin donusumunun, evrimin bulunusu donemine geliyoruz; bunlar feuerbach tarafindan etkilenmis olan amrx ve engels'in bize diyalektik materyalizmi vermek uzere materyalizmi gelistirmeye yol acacaktir.

Engels: din insanin sinirli yani dar anlayisindan dogmustur.

Yunanlilar bilim konusunda son derece yetersizdiler ve ornegin yuregin cesaretin merkezi oldugunu dusunuyorlardi. bazi materyalistler dedusunceyi nasil acikliyordu? nasil karaciger sarfayi salgiliyorsa beyin dedusunceyi salgilar! bu dar bir dusunustur. marx'in materyalizmi tersine bir dizi aciklik getirir.dusuncelerimiz yalnizca beyinden gelmez.fikirlerimizin, dusuncelerimizin nicin soyle degil de boyle oldugunu anlamaya calismamiz gerekir.; oz aman bizim fikirlerimizi, toplumun cevrenin vb belirlediginin farkina variriz.mekanikci materyalizm, dusunceyi basit bir mekanik olay olarak kabul eder. oysa dusunce, daha ustun birseydir. "mekanik yasalarin da elbette isledigi, etkili oldugu ama daha ust siradan yasalarca daha geri plana atildiklari kimyasal ve organik yapidaki olaylara dayalniz tek basina mekanigi uygulanmasi, klasik fransiz materyalizminin ozgul ama o donem icin kacinilmaz darliklarindan biridir.

sosyalist ya da komunist toplumun yasanabilir olmadigi cunku insanin bencil oldugu ifade edilirken toplum degistigi zaman insanin da degisecegi unutuluyor.

metafizik yunanca otesinde demek olan meta ve dunya olaylarinin bilimi demek olan fizik sozlerinden gelir. yani dunyanin otesinde olan seylerle ugrasir metafizik.

diyalektik
heryerde dogada tarihte dusuncede gordugumuz sey degisme ve harekettir. iste diyalektik bu saptama ile baslar. yunanlilar heryanda degismeyle ve hareketle karsilasilmasi olgusundan etkilendiler.daha once gorduk ki diyalektigin babasi heraklitos bize ilk olarak diyalektik bir dunya anlayisi getirmistir, yani dunyayi hareket halinde ve donmamis olarak tanimlamistir.heraklitosun gorus tarzi bir yontem haline gelebilir.


diyalektik hegel tarafindan gelistirildi. heraklitos'un eski fikrini tekrar ele alarak bilimsel ilerlemelerin de yardimiyla evrende herseyin hareket ettigini ve degisitigini hicbirseyin ayni, tek basina olmadigini, herseyin herseye bagli oldugunu saptadi ve boylece diyalektigi yaratti. hegelin basta sezinledigi sey dusuncenin hareketidir. Fakat Hegel'in kendisi idealisttir yani ruha birinci derecede onem verir. ruhun degismelerinin maddedeki degisimin nedeni oldugunu dusunur. hegel'e gore evren maddelesmis fikirdir ve evrenden once ilkin ruh vardir ve ruh evreni bulur. ozet olarak, hegel ruhun ve evrenin araliksiz olarak degisme halinde oldugunu saptar. ama bundan maddedeki degisimin ruhun degisikliginin belirledigi sonucunu cikarir. ornegin mucidin fikri vardir, fikrini gelistirir iste bu maddelesmis fikir maddede degisiklikler yaratir,

fakat bu diyalektigin tam tersini dusunur marx ve engels. onlara gore diyalektik hegel ile tepesi uzerinde duruyordu, onu ayaklari uzerine oturtmak gerekti. onlar dusuncenin baslangic nedenini maddeye gecirdiler ve dusuncenin maddeden turediginini soylediler ve buna diyalektik dediler.

ornegin elmaya bakaim. elma daha once cicekti, cicekten elmaya donustu, cicekten once ise tomurcuktu bu boyle devam eder. keza ayni sekilde elma yarin da boyle kalmayacak yere dusecek ve isler yolunda giderse curuyecek cekirdek olusaca ve ordan agac ortaya cikacak ve hep oldugu gibi kalmayacaktir. iste seyleri hareket acisindan incelemek denilen sey budur. seylerin gecmisi ve gelecegi acisindan incelenmesidir. boyle incelenince elma gecmisle gelecek arasindaki gecis olarak gorulur. ayni minvalde kapitalizme bakarsak kapitalizmin her zaman varolmadiginibundan once baska bir sistemin oldugunu ve bundan sonra da baska bir sistem olacagini goruruz. kapitalizm bir gecistir. neden ysil elma olgun elma olur? elmayi olgunlasmaya iten bir ic olaylar vardir, o elma oldugu icin ve olgunlasmadan edemeyecegi icin olgun elma olur. onda otodinamizm yani ozguc vardir. buna kendi varligindan gelen guc denilebilir. fakat pireyi ezmek bir degisim olacaktir mesela uzerine basarak. fakat bu degisim diyalektik bir degisme olmayacaktir cunku biz olmasaydik pire ezilmeyecekti ve bu mekanik bir degisimdir.

diyalektik seyleri degismez olarak gormez hareket halinde gorur. diyalektige gore hicbirsey bitmis tamamlanmis bir bicimde bulunmaz. her sey bir surecin sonu ve baska bir surecin baslangicidir. her zaman degisme ve gelisme soz konusudur. bunun icindir ki biz kapitalist sistemin sosyalist sisteme donusecegine inaniyoruz. onu da komunist toplum izleyecektir ve bu boyle devam edip gidecektir.

ama diyalektigi buradan alinyazisi gibi birsey olarak cikarmayalim. madem ki si istedogono degismeden bu kadar eminsiniz ne diye savasim veriyorsunuz. marx buna sosyalist toplumu dogurtmak icin bir ebe gerekecektir der. eylemin zorunlulugu buradan gelir

hareket halindeki cisimlerde otodinamizmdir degisimi saglayan. tarihsel gelisim de kacinilmazdir, fakat karsimizdaki cembersel bir donusum degildir. ileriye dogru hareket eder ve sarmal ya da diger deyisle spiral yapidadir. basladigi yere donmez. degisim yuksege dogrudur ve boylece her degisimde yuksege dogru cikilir. geriye donus yoktur. demekk ki sarmal bir gelisme vardir ve bu gelismeyi hareket ettiren otodinamizm vardir.

bir diger onemli hadise ise seylerin kendi karsitina donusmesidir. seyler kendi olarak kalmaz ama karsitlarina donusur. fakat seyler yanliz birbirine donusmekte kalmaz ayni zamanda seyler kendisinin karsitidir. yalniz kendisi degildir.cunku hersey kendi karsitini da icinde barindirir. seyler kendi halinde uyumlu degillerdir cunku gucler arasinda uzlasmaz ic karsitliklar vardir savasim vardir cunku celiski vardir. iste diyalektigin ucuncu yasasi: seyler degisir cunku kendi kendilerinde celiskiyi icerir., kendi iclerinde celiski tasirlar.

kapitalist sitemdeki celiskiden bahsettigimiz zaman bu bailarinin anladigi manada evet ya da hayir turunden degildir. bu olgularda celiski var demektir. burada once kendini olumlamaya yonelik kendini korumayi surdurmeye yonelik guc vardir.bu burjuva sinifidir. sonra burjuva sinifinin yadsimaya yonelik bir guc vardir. bu da proleteryadir. oyleyse celiski olgudadir. cunku proleterya kendi karsitina yaratmadan varolamaz.marx'in dedigi gibi burjuvanin urettigi herseyden once kendi mezat kazicilaridir.

elimizde olan
1. olumlama ya da  tez
2. yadsima ya da karsi tez
3. yadsimanin yadsimasi sentez
ornegin
feodalizm koleciligin yansinmasi oldu
kapitalizm feodalizmin yadsinmasi oldu
sosyalizm ka[italizmin yadsinmasidir
ilkelligin yerini biliszilikten idealim ile yadsima olmustur bu yadsima ise diyalektik ya da cagdas materyalizm tarafindan yadsima ile karsilasacaktir. 
yadsima yikim demekse de buradaki herhangi bir yikim degil ama diyalektik bir yikimdir. pireyi elinizle ezip oldurdugunuzde o icyikimla olmez diyalektik yikim degildir o. otodinamik asamalarin sonucu degildir. salt mekanik bir degisikligin sonucudur.

tarihin baslangicinda bir ilkel komunist toplum vardi. sinifsiz topragin ortak mulkiyetine dayanan bir toplumun varigi goruluyordu. ama bu mulkiyet bicimi uretimin gelismesine engel oluyor ve kendi kendisini yadsimasiyla sinifli ozel mulkiyetli ve insanin insan tarafindan somurulmesine dayanan toplum olusuyor. bu toplum da kendi oz yadsimasini kendi icinde tasiyor.toplumun siniflara bolunmesini yadsimaya donustugunden tekrar sinifsiz bir toplum olusuor ama ilk halini de almiyor; baska bir duzeyde.baslangicta bir urun eksikligimiz vardi bugun cok yukselmis bir uretim yetenegimiz var.

seyler kendi oz karsitlarini iclerinde tasidiklari icindir ki, degisir baska seye donusurle

simdi biliyoruz ki bu yasa seyler yalniz birbirine donuserek degil ama kendi karsitlarina donuserek degismesiyle aciklanir. demek ki celiski diyalektigin buyuk bir yasasidir.

proudhon bu karsitlar teorisini ogrendikten sonra herseyde bir iyi bir de kotu yan oldugunu dusunuyordu. bunu icin toplumda burjuvalarin ve proleteryanin varoldugunu soyleyerek kotu olani yani proleteryayi kaldiralim diyordu. boylece parcali, mulkiyeti yaratacak proeterlere mulk sahibi olma olanagi verecek olan krediler sistemini kurdu. artik sadece iyiler olacakti. fakat bu mumkun degildi biliniyor ki somuruye dayali sistemlerde sinifin ortadan kalkmasi mumkun degildi. zorunlu oarak birbirine karsi sinif olacaktir boylesi toplumda.

kapitalizm proleterya ile burjuvazi arasindaki ic celiskiyi barindirir bu catismayi icinde tasir ve kapitalist toplumun sosyalist topluma donusmesi catismanin ortadan kalkmasidir. celiski olan heryerde degisme vardir. yadismanin yadsimasi elde edildiginde cozum ortaya cikar cunku bu anda celiskini nedeni elenmis asilmistir.

1789 devrimi sert sekilde insanlarin gozlerini birden acti. devrimin kendisi gecmisle ansizin kopmanin apacik ornegidir. bununla tarihin butun kesin belirleyici asamalarinin onemli sert ani altust oluslar oldugunun farkina varildi.bilimsel kanitlama yoluyla olaya bakarsak suyun sicakligini 1 2 3 seklinde 98 dereceye kadar yukseltelim. sonra 99 dereceye gelelim ama 100 dereceye geldigimizde gorecegiz ki ani bir degisim olacak.su buhar haline gelecektir.ters yonde ise 99dan 0 a dogru geldigimizde 0da birden buz haline geleektir su.  baska bir ornek ise sinirsel enerji bir cocukta birikerek gulmeye yol acar. ama eger gulme buyumeye devam ederse gozyasi krizine donusur; boylece cocuklar cosar asiri uyarilmis duruma gelir. fazla gulerler ve sonuda aglamaya baslarlar.

tanri ya da tanrisal iradeyi tarihin sorumlusu olarak gostermek kolaydir. bu durumda insanlar hicbir sye yapmazlar savas karsisinsa elimizden hicbirsey gelmez ve buna razi oluruz.

fikirlerin arkasinda siniflar siniflarin arkasinda ise ekonomi vardir. demek ki tarihi aciklayan gercekten snif savaslaridir ama siniflari belirleyen ekonomidir.

ilk sinif bolunusu
butun insanlar uretime katilirlar.bireysel is aletleri ozel mulkiyettir ama ortaklasa kullanilirlar.bu ilk asmada isbolumu yalnizca cinsiyetler arasinda vardir.fakat insanlar bu donemde durup kalmadilar ve insanlarin hayatindaki ilk degisme isbolumunde oldu. insanlar once hayvanlari evcillestirdiler daha sonra esas calisma kollari olan hayvan yetistirme ve hayvan suruerinin kollanmasina basladilar. coban asiretler kendilerini barbarlardan ayirdilar. bu birinci toplumsal isbolumudur. dmekki ilk ureitm tarzi avlanmayi ve balik avini; ikinci uretim tarzi olarak ise coban kabilelerinin dogusuna yol acan hayvan yetistiriciligini goruyoruz. iste toplumda ilk kez siniflara bolunusunun tmeelinde yatan bu 1. isbolumudur.2. buyuk isbolumu ise kucuk zanaatlar tarimdan ayrilmasiyla oldu.zamanla is yogunluklari artti ve devaminda savaslarla birlikte yeni emek gucleri elde edildi cunku savasa bu nedenle ihtiyac vardi. savas tutsaklari kole haline getirildi.dolayisiyla efendiler ve koleler ortaya cikti.devaminda ise tuccar sinifi dogdu.burada ilk kez uretime katilmayan bir sinifi goruyoruz.
tekrar basa donersek
1. ilkel komunizm
2. yabani kabilelerle coban kabileler arasinda bolunme
3. tarimcilarla zanaatcilar arasinda bolunme
4. ticaret sinifinin dogusu
5. devresel olarak ticari bunalimlar doguyor(kapitalizm)

feodal sistemde tuccarlar gittikce daha da onem kazaniyor, bunlar satolarin yakininda bourg(burjuva adi buradan geliyor) denilen kasabalarda toplanirmis.

bir baska konuya geciyoruz, ideoloji nedir? herseyden once fikir demektir. ideoloji bir butun bir teori bir sistem hatta bazen yalnizca bir zihniyet olusturan fikirlerin tumudur.marksizm bir butunu bicimlendiren ve butun sorunlar icin cozum yontemi sunan bir ideolojidir.

simdi ideolojik etken denen seyi gorelim: mesela dinler hesaba katmamiz gereken ideolojik etkenlerdir hala onemli bir bicimde etken olan manevi bir gucleri vardir.

uretim iliskilerinin tumu toplumun ekonomik yapisini belirli toplumsal bilinc sekillerine tekabul eden bir hukuki ve siyasal ustyapinin uzerinde yukseldigi bir temeli olusturur.maddi yasamin uretim tarzi genel olarak toplumsal siyasal ve entelektuel  yasam surecini kosullandirir. bu temeldeki ekonomik yapiya altyapi denir.

sunu unutmamak lazim insanlar belirli kosullar altinda yasayabilir. ama bu kosullar altindaki bilincleri gercege uygun dusmeyebilir. bu englesin yanlis bilinci olamk dedigi seydir. bunun icin d ecesitli araclar kullanilir egitim radyo basin gibi.




Friday, April 18, 2014

Popper ve Bilim

Genel onermeleri ozgul durumlarin biriktirilmis gozlemlerine dayandirma yontemine tumevari yani enduksiyon denir ve bu bilimin ayirici bir isareti olarak gorulur. bir baska deyisle tumevarim kullanilmasi bilimle bilim olmayan arasindaki sinir cizgisidir.

Ben bir keresinde A olayiyla birlikte B olayinin da meydana geldigini gozlemlersem, bundan onun her keresinde boyle olacagi mantikca cikmaz. bu sonuca iki gozlemden de 20 gozlemden de 2000 gozlemden de varilamaz. hume, bu yeterince sik olursa demektedir, bun dan sonraki ilk A'yla birlikte B'nin de gelecegini ummaya baslayabilirim.

Fizik yasalarinin gecmiste gecerli olduklarinin anlasilmis bulunmasi, mantikca gelecekte de gecerli olmaya devam edecekleri anlamina gelmez. ikincisi fizik yasalarinin kendilerine dayandirdiklari ne denli cok sayida olursa olsun gozlemlenmis durumlarin mantikca gerektirmeyecekleri genel onermelerdir.. dolayisiyla, bu tumevarimin gecerliligini kanitlama girisimi, tumevarimin gecerliligini abstan kabul etmeyi gerektirir.


Pekin konusmak gerekirse, bilimsel yasalarin kanitlanamayacagini bu nedenle de kesin olmadiklarini teslim etmek zorundayiz. bununla birlikte her dogrulayici ornek olasilik derecelerini yukseltecektir; bilinen tum gecmisin ustune ustluk dunyanin devamliliginin her ani milyarlarca dogrulayici ornek saglamakta, ama bir tek karsi ornek getirmektedir. dolayisiyla kesin olmasalar bile bunlar dusunulebilecek en yuksek duzeyde olasidirlar ve kuramca degilse de, uygulamada bunu kesinlikten ayirmak olanaksizdir.

Beyaz kugularin gozlemlendigi yolundaki gozlem onermeleri ne denli cok sayida olursa olsun bunlardan mantikca butun kugular beyazdir tumel onermesini cikarmamiz olanagi yoktur; ama kara bir kugunun tek bir gozlemini anlatan tek bir gozlem onermesi, mantikca bazi kugular beyaz degildir onermesini cikarmamiza izin verir. bu onemli mantiksal anlamda, deneysel genellemeler, dogrulanamaz ama yanlislanabilirler. bu ise bilimsel yasalarin kanitlanabilir olmasalar da, sinanabilir olmalari demektir; onlari yadsima yolunda sistemli girisimlerle sinanabilirler.

suyun 100 santigrat derecesinde kaynadigi yolundaki ilk onermemizi, destekleyici ornek biriktirmekte hic gucluk cekmezdik. fakat bu durum onermenin dogrulugunu kanitlamaya yetmezdi, dogru olmak olasiligini da artirmazdi. hepsinden kotusu durmadan destekleyici ornekler biriktirmemiz kendi kendine ilk onermeyi bir baskasiyla degistirmek soyle dursun, ondan kuskulanmak icin bile bize bir sebep gostermezdi, boylelikle hicbir zaman ondan oteye ilerleyemezdik. bilgimiz gelistigi gibi gelisemezdi.

insanligin dusunsel tarihinin sasmaz bir olgusu su ya da bu zamanda "bilinen"lerin cogunun zamanla dogru olmadiginin anlasilmis bulunmasidir. dolayisiyla bilginlerin ve filozoflarin her zaman yapmaya calistiklari seyi yani bir kuramin dogrulugunu kanitlamaya ya da bizim bir kurama inanisimizi hakli kilmaya calismak, buyuk bir hatadir, cunku bu mantikca olanaksiz bir seye kalkismak demektir. oysa yapabilecegimiz sey-ve bu, olabilecek en buyuk onemi tasimaktadir- bir kurami bir baskasina yegleyisimizi temellendirmektir.

Bilimi dogruyla ozdes tutamayiz cunku hem Newtonu hem deEinstein'in kuramlarini bilim sayiyoruz ama ikisi birden dogru olamaz, ustelik pekala ikisi birden yanlis olabilir

Popper'in bilim gorusu, bilim tarihine tipatip uymaktadir. fakat bilimsel bilginin her zaman icin oranlamaya dayanan dogal yapida oldugunu ona kavratan olay, Einstein'in Newtona karsi cikisidir. Newton fizigi ileri surulup benimsenen gelmis gecmis en basarili ve onemli bilim kuramiydi. gozlemlenebilen dunyada her sey onu dogruluyor gibiydi; iki yuzyildan uzun bir sure boyunca newton fiziginin yasalari yalnica gozlemlerle degil yaratici kullanimla da dogrulanmisti; cunku bu yasalar bati bilim ve teknolojisinin temelini olusturarak yeni gezegenlerin varolusundan gelgitlerin devinmelerine ve makinelerin isleyisine degin herseyin sasirtici bir kesinlikle onceden kestirilmesine onceden hizmet etmisti. Bilgi diye birsey varsa buydu; insani kendi maddi cevresi hakkinda eristigi gelmis gecmis en guvenilir ve kesin bilgi. herhnagi bir yasa tumevarim yoluyla doga yasasi diye dogrulanmis idiyse bunlar milyarlarca gozlem ve deney dogrulamistir. ardarda kusaklar boyunca bati insanina bunlar kesin degismez olgular olarak ogretilmisti. yine de butun bunlardan sonrayuzyilimizin basinda einstein newtonunkinden degisik bir kuram ileri surmustur. einsteinin kuraminin dogrulugu ustune gorusler turlu turluydu, ama ciddi bir ilgiye layik oldugu da, uygulama kapsaminin newtonun kuramini gectigi savi da yadsinamiyordu. newton'un kuramina uyan butun gozlemsel tanitlar einsteinkine de uymaktaydi. dunya butun o tanitlarin newton'in kuraminikanitladigina inanmakta yanilmisti.boylesine cok sayida dogrulama ve tumevarimsal destek bir kuramin dogrulugunu kanitlamadiysa baska ne kanitlayabilirdi ki?ve Popper hicbir seyin kanitlanamayacagina kavramistir.

Euklides geometrisi veya Aristoteles mantigi gibi bir kuram 2000 yildan uzun bir sure nesnel bir bilgi diye kabul edildigi ve bu sure boyunca son derece verimli ve yararli oldugu halde sonunda onceden kestirilemeyen bir bakimdan kusurlu bulunup giderek onun yerine daha iyi bir kuram konulabiliyor.

Su da var ki dogrudan dogruya gozlem dogrudan dogruya kuramdan once gelemez cunku her gozlemde bir parca kuramin bulunmasi gerekir. ornegin kalem kagit cikartin dikkatle gozlemleyin ve gozlemlediginizi yazin dedigimizde ogrenci onlardan neyi gozlemlemeleri gerektigini sormustur Poppere. besbelliki gozlemleyin onermesi sacmadir. gozlemleme her zaman secicidir. secilmis bir nesneyi belirli bir odevi, bir ilgiyi bir gorus acisini bir sorunu gerektirir. hangisi once gelir varsayim mi gozlem mi sorusu ise tavuk mu once gelir yumurta mi sorusu gibi cozulebilir. ikinci sorunun yaniti "onceki bir yumurtadir" ilkinin yaniti ise onceki bir tur varsayim.

geleneksel tumevarimci goruse gore bilim adamlari dunya hakkinda tanitlama kosuluyla en yuksek olasilik derecesinde onermeler aramaktadirlar. Popper bunu yadsimaktadir. herhangi bir ahmagin olasiligi hemen hemen 1'e esit sayisiz ondeyiler yapabilecegine isaret etmektedir. --yagmur yagacak--gibi onermeler neredeyse ister istemez dogru olmak zorundadirlar ve yanlis olduklari asla kanitlanamaz cunku tek bir damla yagmur yagmadan milyonarca yil gecse bile ileride birgun yagmur yagacagi icin onerme yine de dogru olarak kalabilir. bu gibi onermelerin olasiligi en yuksek olcudedir cunku bilgi verici icerigi en asagi duzeydedir. gercekten olasiliklari 1e esit bilgi verici icerigi sifira yakin olan dogru onermeler vardir. yukarida verdigimiz onermeyi sonlu bir zaman dilimiyle sinirlayarak yanlislanabilir hale getirirsek  ornegin gelecek yil birara yagmur yagacak  artik yanlisligi kanitlanabilir olsa bile yine de edimli olarak dogru cikmasi kacinilmaz dolayisiyla hala yararsizdir. diyelim bunu belli bir bolgeye iliskilendirerek icerigine birseyler daha katarsak, ornegin gelecek yil bir ara londraya yagmur yagacak nihayet birseyler soylemeye baslamis oluruz. cunku yeryuzunde gelecek yil yagmur yagmayacak birsuru yerler vardir.. onermemizi ne denli ozgullestirirsek  ingiltereye ya da londraya gelecek hafta yagmur yagacak gibi- yanlis cikma olasiligi o denli artacak  fakat ayni zamanda o olcude de bilgi verici ve dogru cikma kosuluyla yararli hale gelecektir. bizim istedigimiz bilgi verici icerigi yuksek ve bundan oturu olasiligi dusuk ama yine de dogruya yaklasan onermelerdir. yuksek derecede yanlislanabilir olmalari bunlari ayni zamanda yuksek derecede sinanabilir kilmaktadir. diyelimki saat 11:59 ve bizim saat tam 12 onermemiz yanlis olur fakat bu onerme saat sabahin 10uyla ogleden sonranin 4 u arasinda biryerde onermesine oranla daha gecerli ve yararli bir dogruluk icermektedir.

bilimle bilim olmayanin arasindaki siniri cizmenin ayraci yanlislanabilirliktir. ancak tasarlanabilecek bir gozlem onu yanlislayabilirse o zaman sinanabilir ve ancak sinanabilirse bilimsel olur.

Metafizik bir kuram yalnizca anlamli olabilmekle kalmaz gercekten dogru da olabilir. fakat onu sinamamizin bir yolu yoksa destekleyecek deneysel taniti da yok demektir. dolayisiyla bilimsel oldugu soylenemez. fakat yine de elestirisel olarak tartisilabilir. onlardan yana ve karsit olan savlar biribiriyle karsilastirilabilir ve bunun sonucunda biri digerine yeg tutulabilir.. ki popper metafiziksel inanclara sahip biridir. aslinda popper hicbir zaman herhangi bir anlamda pozitivist olmamistir tam tersine kesinlikle anti-pozitivisttir. ornegin tanri vardir onermesi mantikci pozitivistlerce anlamsiz bir onerme olmakla birlikte Popper bunun anlami olan bir onerme oldugunu fakat yanlislanabilmesi icin herhangi bir yol bulunamadigindan bilimsel bir onerme olmadigini soyler.

Popper bilimsel oldugunu iddia eden marxisme yanlislanabilir olmamasindan yaklasmamistir. ki yanlislanabilirdir ve yanlislanmistir cogu defa. ornegin, bu kurama gore ancak tam gelismis kapitalist ulkeler komunist olabileceklerdir, onun icin de rum toplumlarin once kapitalist gelisimini tamamlamalari gerekmektedir. fakat gercekte, cekoslavakyanin disinda komunist olan butun ulkeler endustri oncesi durumdaydilar., hicibiri tam gelismis bir kapitalist toplum degildi. bu kurama gore devrimin endustri proleteryasina dayanmasi gerekiyordu: fakat mao zedung ho-chi minh ve fidel castro bunu acikca yadismislar ve basarili devrimlerini ayri ayri ulkelerinin koyluluklerine dayandirmislardir. bu kurama gore endustri proleteryasinin kacinilmaz bir bicimde daha cok yoksul daha cok sayida daha cok sinif bilincli ve daha cok devrimci olmasi icin inceden iceye bir suru sebep vardir. gercekteyse marxin gununden beri butun endustri toplumlarinda bu sinif daha varlikli daha daha az sayida daha az sinif bilincli ve daha az devrimci olmustur. bu kurama gore komunizm ancak iscilerin kendileri, yiginlar basa gecireceklerdir. gercekte bugune degin hicbir ulkede hatta sili'de bile komunist partisi ozgur bir secimle cogunlugun destegini alamamistir ve tam erke eristikleri yerde kuminizmi cogunlugun ustune bir ordu genellikle yabanci bir ordu zorla getirmistir. bu kurama gore kapitalist uretim araclarinin mulkiyetinin gitgide daha az kisinin elinde toplanmasi zorunluydu; gercekte anonim sirketlerin gerceklesmesiyle mulkiyet oylesine yaygin bir bicimde dagilmistir ki denetim yeni bir profesyonel isletme yoneticileri sinifinin eline gecmistir.

Marx'in tarihin bilimsel yasalara gore gelistigi gorusu Popperin tarihsicilik dedigi seyin bir ornegidir. tarihsicilikle toplumsal bilimlerin baslica amaclarinin tarihsel ondeyi oldugunu varsayan ve bu amacin tarihin evriminin altinda yatan duzenlilik ya da kaliplar, yasa  ya da egilimler kesfedilerek gerceklestirilebilecegine inanan bir yaklasimi soyelemek istiyorum.tarihsicilige ornek olarak eski ahid yahudilerinin secilmis halkin kutsal bir gorevi oldugu inanci, ilk hristiyanlarin ikinci gelis uzerine kitle halinde hak dinine donusler olacagina inanmalari, bazi romalilarin dunyaya egemen olmanin roma icin sart olmasi durumudur.

Tarihsel kacinilmazlikciddi olarak savunulmak gerekirse, sinirli sayida aciklamalar olanaklidir. ya tarih dis bir zeka, cogucasi tanri, tarafindan kendi amaclarina gore yonetilmektedir. ya tarihsel bir ic zeka (ickin tin yasam gucu ya da insan kaderi gibi seyler) tarafindan ileriye dogruitilmektedir.. ya da hicbir tin yoktur, bu durumda tumuyle belirleyici maddi surecler isliyor olmalidir. ilk iki almasik besbelli bir anlamda metafiziktir. yanlislanamazlar ve kesinlikle bilimsel degildirler. ucuncuyse artik tutulamayacak bir bilim anlayisina dayanmaktadir.  

Acik toplum ugruna verilen savaslar ancak 1789'da ortaya cikanfikirlerle basladi.feodal monarsiler kisa zamanda bu tehlikenin farkina vardilar. hegel de ozgurluk ve akil dusmanliginin temelindeki olumsuz fikirleri yeniden ortaya cikardi. hegelcilik kabileciligin ronesansidir.

modern totaliterlik taraflarinin cogu, fikirlerinin  platona kadar goturebileceklerinden habersizsizdirler.

Hegel: devlet ilahi fikrin yeryuzundeki seklidir. bundan dolayi devlete kutsalligin yeryuzundeki tezahuru olarak tapmaliyiz. Hegel de heraklitos gibi savasin herseyin babasi ve krali olduguna ve savasin adil olduguna inanmaktadir.

ulusal devlet ilkesinin yeniden siyasa kuramina girmesi pek kisa bir zamanlik meseledir. buna ragmen cok benimsenmis kimse ona sasirmamaktadir. ozellile wilson'in iyiniyetle ama hic dusunmeden ortaya attigi her ulusun kendi yolunu kendisi secmesi ilkesinden beri, siyasi ahlakin temel ilkesi sayilmistir. avrupa tarihi hakkinda en ufak bilgisi olan birisinin kabilelerin akim ve karismalarini asyadaki ilk yurtlardan kalkarak avrupa kitasi denen yarimada karmasikligina gelince, birbirlerine katilan insan akillarini bilen birinin nasil uygulanmasi bu kadar imkansiz bir ilke one surebilecegini analmak cok zordur.

ulusal devlet ilkesi , yani her devletin topraklarinin icinde bir tek ulusun yasadigi topraklarla cakismasi gerektigini ileri suren siyasal talep, hic de bugun besbelli bir ilke degildir. belli bir ulustan olmanin nicin temel bir siyasal kategori sayildigi, ornegin belli bir dinden olmaktan belli bir cografi bolgede dogmus olmaktan ya da belli bir sulaleye ya da demokrasi gibi bir siyasal inanca bagli olmaktan daha onemli sayildigi hic de acik olmazdi.

Platon temel siyasal sorununu kim egemen olmali sorusunu (ne yazikki) sorusunu dile getirmistir.rossesau ise yeni ve pek devrimci bir cevap verdi. hukumdarin degil halkin bir kisinin degil cogunlugun iradesinin egemen olmasi gerektigini savunuyordu. boylece halk iradesini, kollektif iradeyi ya da kendi deyimiyle genel iradeyi yaratmak yoluna gitti.

Modern irkciligin formulu Platon-Hegel degil Hegel-Haeckel'dir. gorecegimiz gibi marx hegelin ruhu yerine maddeyi ve maddesel ve ekonomik cikarlari koydu.

Hegel'de ve sonraki irkci ardillarinda ortak olan bir kuram dadevletin dogasi geregiancak baska bireysel devletlerle olan karsitligi sayesinde varolabilegi kuramidir.bugunku Almanyanin en ileri gelen sosyologlarindan biri olan Hans Freyer soyle diyor "kendi cekirdegi etrafina cekilen bir varlik istemeden bile olsa etrafina bir sinir cizgisi ceker ve bu sinir-yine istemeden olsa da-dusmani meydana getirir"

Eger bir toplum bilimi ve buna bagli olarak da tarihsel kehanet mumkun olacaksa tarihin akisinin ana hatlari ile onceden belirlenmis olmasi gerekir ve ne iyi niyetin ne de usun bunu degistirmeye gucu yetmeyecektir.bizim yapabilecegimiz akla yatkin mudahale ancak tarihin akisini kesinlikle kestirdikten sonra onun onune cikan en kotu engelleri ortadan kaldirmaktir. "bir toplum kendi hareketlerini belirleyen yasalari kesfettigi zaman" diyor marx kapitalde "o zaman bile ne gelisimdeki dogal evrelerden birini atlayabilir, ne de onlari bir kalemde dunyadan silebilir. ama su kadarini yapabilir: dogum sancilarini kisaltabilir ve azaltabilir" ona gore bilimsel soyalizmin gercek gorevi sosyalist cagin gelisinin mujdelenmesinde gorulur.

Marx bir anlamda JS Mill'in programini gerceklestirmektedir: "toplum biliminin ana sorunu ... her toplumun ona uyarak kendisinden sonra gelen ve yerini alan toplumu meydana getirirken uydugu olusum yasasini bulmaktir"

Marx'in gorusune gore huku ya da siyasa yoluyla bir degisiklik yapabilecegini beklemek abestir. bir siyasal devrim ancak bir idareci takiminin yerini baska bir idareci takimina birakmasina --olsa olsa idareci gorevi yapan insanlarin degismesine-- yol acabilir. ancak temeldeki ozun, ekonomik gercekligin evrimidir ki esasli veya gercek bir degisiklik meydana getirebilecek toplumsal bir devrime yol acabilecektir. (altyapi ustyapiyi belirler meselesi)

sinirsiz ozgurluk kuvvetli adamin zayifi itip kalkmaya ve onun ozgurlugunu elinden almaya ozgur oldugu anlamina gelir.devletin ozgurlugunu bir dereceye kadar sinirlamamamiz bundandir.herkesin ozgurlugu yasalar tarafindan korunsun diyedir.

Platon marx ve hegeli izleyenler kimler yonetici olacak sorusunun yerine daha gercek bir soru olan yoneticileri nasil denetleyebiliriz sorusunun gecirilmesi gerektigini hicbir zaman anlayamayacaklardir

Ekonomik tarihsicilik toplumda ortaya cikacak degismelerin incelenmesinde marx tarafindan uygulanan yontemdir. marxa gore her belli toplum sistemi kendini ortadan kaldirmak zorundadir; cunku ister istemez gelecek tarih devrini yaratacak gucleri yaratacaktir.

MArx teknik gelismelerin yanisira uretim araclarinin artan birikimi dedigi seye de bagli olarak emegin artan verimliligine dogru bir egilim oldugunu goruyor. buradan kalkan usavurma, onu sosyal siniflar arasindaki iliskiler alaninda bu egilimin gittikce artan bir servvetin gittikce kuculen bir azinligin elinde toplanacagini oyle olmak zorunda oldugunsonucuna goturuyor. ilkin kucuk bir yonetivi burjuva sinifi ve genis somurulen isci sinifi disinda butun siniflarin ortadan kalkacagi ya da onemini yitirecekleri ikincisi de bu iki sinif arasindaki artan gerilimin ister istemez toplumsal devrime yol acacagidir.

Friday, February 21, 2014

Baron D'Holbach'da doga ve dogal ahlak

insanin mutsuzlugunun kaynagi doga konusundaki cehaletidir. cocuklugunda ogrendigi dusuncelerden kurtulmak icin tutundugu azim, ki bu dusunceler onun varolusuyla orulmustur, zekasini dogru yoldan saptiran zekasinin gelisimi engelleyen, onu hayalin kolesi yapan sonradan gelen onyargi, onu daima hataya mahkum edecek gibi gorunmektedir. deneyimsiz ve bos kavramlarla dolu bir cocuga benzemektedir. dusuncelerinin sesini, hatali olan veya onu kandirarak menfatt saglayacak baska kisilerin otoritesine tasir.

insan kendi dunyasinin disinda gezinmek ister, hirsli cilgin deneyimlere bakmaksizin hala imkansiz olana kalkisir; arastirmalarini gorunen dunyanin tesine tasimak ister. hayaller uzerine meditasyon yapmak icin gercekler uzerinden dusunmeye son verir, deneyimi ihmal eder. yasadigi dunyada mutlu oldugu imkanlari dusunmeden once, baska bir hayatin belli belirsiz yerlerindeki kaderini biliyormus gibi davranir; kisaca insan doganin calismasini kucumser.

gorevlerimizin en onemlisi bizi dogru yoldan saptirmaktan baska bir seyi asla yapamayacak olan hileleri yok edebilmemiz icin gereken imkanlari arastirmaktir. bu belalarin devasi doganin kendisinde aranmalidir. akil layik oldugu duzeye yeniden getirilmelidir.

ister istemez insan arastirmalarinda daima deneyime ve doga felsefesine siginmalidir. bunlara, dinde-ahlakta-yasamada-politik yonetimde-sanatta-bilimde- talihsizliklerde basvurulmalidir.

Deneyim ogretmektedir ki doga degismeyen yasalarla isler.insan hisleri sayesinde bu dogaya baglidir ve hisleriyle doga yasalarindan deneyim cikarmalidir.

insan anlamamaktadir ki, doga, varliklari olustururken veya yok ederken, aci cekmelerine sebep olurken, esit dagiliminda, iyilik veya kotuluk gozetmeksizin zorunlu ve degismez yasalara uyar. halbuki insan iyi ve kotu dagilirken onlari daima degisiklige biraktiginda bunun doganin bagrindan geldigini idrak edemez, mutlu olmak icin hayalleri icin menfaatleri hayali varliklardan bekler, onun sevinc ve talihsizliklerinin sebebi oldugunu hatali olarak farz eder.

Evren var olan her seyin toplami, sadece madde ve hareketi temsil eder. butun olarak bize surekli sebepler ve etkiler silsilesinden baska birsey sunmaz.

Gozlemleme ve dusunme bizi suna ikna edebilmelidir: dogada bulunan hersey surekli hareket halindedir bu yuzden doga fikri mecburen hareket icerir. peki doga hareketini nereden almistir sorusuna cevabimiz, kendisinden olacaktir. hareketin bir varolus meselesi oldugunu soyleriz, maddenin ozunden tastigini, maddenin kendine ozgu enerjisiyle hareket ettigini, hareketinin ozundeki guze izafe edildigini; ozelliklerin kalitelerin ve kombinasyonlarin farkliliklari yuzunden hareket ve fenomen cesitleri olusturmustur.

Eger doga onyargilardan etkilenmeden incelenmis olsaydi, maddeniz kendi az enerjisiyle hareket ettigine ve onu harekete gecirmek icin baska bir itici guce ihtiyac duymadigina cok daha once ikna olunurdu. eger un, su ile islatilirsa ve karisim kapali tutulursa gorulecektir ki bir sure gectikten sonra, mikroskop altinda  hayatin tadini cikaran varliklar uretilmistir ki, bunun icin su ve unun yeterli olduguna inanilmaktaydi. kiyaslanirsa insan olusumu normal anlamindan bagimsiz olarak, un ve suyla olusan bir boceginkinden daha olaganustu degildir.

madde varolmaya baslayabilirdi. sua ana kadar bir hipotez hicbir zaman saglam delil gibi deney ve uygulama yoluyla kanitlanmamisti.

madde hicbir zaman tamamen yok edilemezse veya varolusu durdurulamazsa varolusu durdurulamayan bir varligin bir baslangici oldugunu nasil kavrayabiliriz? bu nedenle madde nereden geldigi sorulursa verilecek mantikli cevap, onun daima varoldugudur... madde daima varolmustur, ozundeki erdemle hareket etmektedir.

Ruhun Olumsuzlugu

ruhun olumsuzlugu sadece beynin hayalinden ibarettir. cisim yasamini durdurursa artik duyarliligini uygulayamaz. insanin ruhunu canli vucuttan ayri bir varliga donustururken ne icin hayati yasiyan vucuttan ayri bir hale getirmediler? ruhun vucudun olumunden sonra hissedebilecegini aci cekebilecegini soylemek binlerce parcaya ayrilan bir saat calmaya devam edecekmis ve zamani belirtme yetenegi varmis gibi yapmaktir.

Teolojik ve Dogal Ahlak

dunya sakinleri tarafindan bilinmesi imkansiz olan ve teolojinin ona tayin ettigi ovguyu yapanlardaki uyumsuzlugu gosterdik;sadece adinin bile korku vermeye yettigi bu varligin cehaletin telasa kapilmis bir hayal gucunun coskunlugun melankolinin sekilsiz meyvesinden baska birsey olmadigini gosterdik. insan turunun evrensel bir hatasindan baska birsey degildir tanri. simdi geriye kalan tek sey bu hatanin faydali olup olmadiginin incelenmesidir.

erdemle ilgili fikirlerimizi duzenlememiz gerektigi aciklanmis dinlerde mi olmalidir?  heyhat! bunlarin hepsi despot kiskanc kinci ve bencil bir tanriyi bildirmek icin ortaya cikmaz mi? ki bu tanri sever ya da nefret eder secer ya da azarlar, gucsuz kullarla oynar, onlari cocukca yasalarla bogar, onlara surekli tuzaklar kurar. eger insanlar kendilerine model olacak tanrilar onermis olsaydi ahlak ne hale gelirdi?

din her memlekette ahlaka uygun olmaktan cok uzaktir onu sarsar ve yokeder. insanlari birlestirecegine boler, birbiriyle munakasa eder, birbirlerini kucuk gorurler, mantiksiz fikirler icin birbirlerinin bogazini keser,dusman yapar menfaatlerini ayirir ve onlarin surekli kavga etmesine sebep olur.

doga ahlakiyla kiyaslandiginda din ahlaki kiyaslandiginda kaybedendir. doga insani sevmeye korumaya mutluluklarinin toplamini devamli olarak artirmaya davet eder. doga insana aklini kullanmasini ve rehber edinmesini soyler, din ise insan aklinin yozlasmis oldugunu, guvenilmez bir rehber oldugunu soyler. doga kendi refahina asik olan varliga kendi tutkularini yonetmesini  bunlardan kendisine zarar verene karsi gelmesini,  deneyimle elede edilen gercek gudulerle denge kurmasini soyler. din ise bu duygulu varliga tutkulari olmadigini  duygusuz bir kitleden ibaret oldugunu ve hayal gucu sayesinde elde ettigi guduleriyle  egilimlerine karsi savasmasini veya buna izin vermesini soyler.doga insan canlisi arkadasca olmayi diger canlilari sevmeyi soyler, din ise toplumdan kacmasini kendini diger yaratiklardan koparmasini, en kutsal anlasmalari tanri icin bozmayi onlari tanri icin uzmeyizulmetmesini soyler. doga filozofa faydali konularla ilgilenmesini kendi ilgisini kendi yurduna adamasini soyler; din ise insana faydasiz hayallerle sonu gelmeyen munakasalarla ihtilaf ve katliam tohumlarini ekmege uygun arastirmalarla kendini mesgul etmesini ve asla kendinin bile anlamayacagi dusunceleri inatla surdurmesini soyler.

Baron D'Holbach

Batiya Yon Veren Metinler cilt 3
Alev Alatli

Saturday, February 8, 2014

David Hume'da Din Felsefesi

eserlerine bakildiginda onu agnostik olarak tanimlamak daha dogru olacaktir. Kendisi Tanrinin varolup olamayacaginin bilinemeyecegini ileri surmustur cunku ona gore Tanri bir bilgi ya da akil yurutme konusu degildir, ona gore Tanrinin varligi sadece iman ile mumkundur. ve ona gore teizm de ateizm de dogmatik goruslerdir.

hume'a gore aklimiz ve deneyimlerimiz, Tanrinin varligi ve yoklugu, varsa ozellikleri konusunda bir sonuca varmamiza izin vermez. iman disinda bunlara inanmanin bir yolu yoktur, ki iman da hume'a gore tamamiyla akil ve deneyim disi bir yoldur.

Hume'a gore var olan bir seyin, olgusal olan bir seyin bilgi kapsaminda, insanin anlama yetisi kapsaminda olabilmesi icin deneyime dayanmasi gerekmektedir. deneyimden begimsiz olarak birseyin gercekten var olup olmadigini, meydana gelip gelmedigini one surmek olanakli degildir. Hume deneyim dedigi zaman da izlenimlerimizi kastetmektedir.  izlenimlerimiz de gormk duymak, koklamak, tatmak, tenle hissetmek gibi duyu algilarimizdan ve sevmek nefret etmek, duygusal aci cekmek, haz almak arzulamak, korkmak endise etmek gibi ic algilarimizdan olusmaktadir.

Deneyimden bagimsiz olarak, bilgi ve anlama yetisi kapsaminda, sadece matematigin onermelerinden ve tanimlarindan soz edebiliriz. bunun disinda a priori yani deneyimden bagimsiz bir bilgi yoktur. A posteriori yani kaynaginda deneyim olan seyler ise sadece olgusal seylerdir.

hume bu cercevede belli basli seyleri surekli bicimde ardisik olarak deneyimlememiz sonucunda soz konusu seyler arasinda bir nedensellik iliskisi kurdugumuzdan ve gecmisteki surekliliklerin deneyimlenmesiyle boyle bir nedenselligin var olduguna dair bir inanc gelistirdigimizden soz eder. ornegin her X olayi meydana geldiginde onu takiben veya onunla birlikte Y olayi da meydana geliyorsa ve bu gecmis deneyimlerimizde bir sureklilik gosteriyorsa her X meydana geldiginde Y de meydana geliyorsa X'in Y'nin nedeni olduguna, X ile Y arasinda bir nedensellik iliskisi olduguna inaniyoruz. soz konusu nedensellik zihnimizde doga yasalariyla ilgili bir dusunceye de sahip olmamizi da sagliyor.

Hume'a gore mucizeler ise doga yasalarinin ihlali olagan olmayan deneyimlerimizden sureklilik gostermeyen seylrdir.bu olaylar bir sureklilik ve siklik gosterselerdi zaten mucize olmazlar olagan olaylar olurdu. bu mucizelere aklimizla inanmamizin mumkun olmadigini dusunur Hume. Deneyimlerimiz bize mucizelerin varolmadigini gostermektedir. soz konusu mucizeleri Tanrinin gucuyle iliskilendirmek de onlari daha inanilir kilmaz. ozellikle cahil insanlarin deneyim etmedikleri seylere ve soylentilere inanmak ve kusaktan kusaga gecen bu soylentileri yaymak gibi bir ozellikleri vardir. ancak akli basinda bir insan kendi deneyimlerinde bir seyi yasamadigi surece, bu tur soylentilere baglanmaz, onlara kuskuyla yaklasir. (Hume mucize olarak sadece doga olaylarini goz onunde bulundurmus dolayisiyla orngein kuran-i kerimin mucize bir kitap oldugunu es gecmis. ustelik inanilan bu kitap da yine soylentilerden bagimsiz olarak bizzat kendisi mucizenin varligini soylemistir. dolayisiyla mucize soylenti yoluyla degil kutsal kitap yoluyla anlatilmistir. ve yine ayni kutsal kitapta daha onceki mucizelere ornegin diger bir din olan hristiyanligin da kabul ettigi Hz Isa'nin mucizelerine de deginmistir. tevatur yoluyla anlatilan mucizeler degildir bunlar,)  

Tanriyi neden, evrende var olan seyleri de onun sonucu, onun yarattigi, olusturdugu seyler olarak dusunecek olursak, deneyim kapsaminda olan sozkonusu sonuclar ile deneyim kapsaminda olmayan soz konusu nedenin nasil bir varlik olduguna yonelik, sonuclarda deneyim edilenin otesinde bir sey soyleyemeyecegimizi, din adamlarinin bu dogrultuda iddialar ortaya atmalari durumunda da bunlarin sadece tahminden ibaret olacagini ve cok dusuk olasilikla gecerli olabilecegini soylemektedir.

Deneyim kapsaminda olan sonuclardan deneyim edilmeyen bir nedene yonelik cikarimlar yapmak ve deneyimlerimizde olmayan ozellikleri baska bir varliga yuklemek akla ve sureklilik arz eden deneyimlerimize aykiridir, hayalidir.

Sosyal ve dogal kosullarin etkisi, onlari anlamaktaki yetersizligimiz ve onlara karsi surekli bir endise ve korku icinde olmamizla birlikte, Tanriyi ve Tanrilari dusunuyoruz. Hume burada da akil temelli bir din anlayisini reddeder.

Hume, cezanin ve odulun hangi ilahi olcutlere gore dagitilacagini , insan duygularinin Tanrida da oldugnu nasil varsayacagimizi, bu dunyadaki gecici yanlislar icin neden oteki dunyada sonsuz cezalarin verilecegini sorgulamaktadir.

Hume insanlarin buyuk cogunlugunun kotuluk ile iyilik arasinda gidip geldiklerini. keskin bicimde iyi ya da kotu, gunahkar veya erdemli olmadiklarini ve ahlaki ayrimlari sadece kendi duygularimizdan cikartabilecegimizi, ahlaki dusuncelerin temel kaynaginin da, toplumun yarariyla ilgili dusunceler oldugunu soylemektedir.

Hume bedensel islevin azaldiginda ruhun da bundan etkilendigini, uyku hastlaik ve yaslilik gibi durumlarda, ruhun bedenden dogrudan etkilendiginin gorulecegini beden ve ruhta herseyin ortak oldugunu, birinin parcasinin ayni zamanda otekisinin de parcasi oldugunu, ruh ile bedenin birbirlerine bagli olduklarini bedenin yok olmasiyla ruhun yasamaya devam edecegini iddia etmenin hicbir fiziksel gerekcesinin olamayacagini soylemektedir. hume mutluluga yonelik sevgimiz arzumuz nedeniyle olum karsisinda korktugumuzu ve ruhun olumsuz oldugu dusuncesine kapildigimizi oysa olumun kacinilmaz oldugunu ancak olume yonelik olumsuz duygumuz sayesinde insan turunun de korundugunu soylemektedir.

Tanrinin yarattigi duzene mudahale edilemeyecegi dusuncesini sorgulamakta ve elestirmektedir. hume bir insanin yasaminin hem kendisine hem de topluma bir yuk getirmesi acilarinin umutlarini ve sabrini asmasi daha fazla devam edemeyecek kadar aci cekmesi ve sefil kosullarda olmasi durumunda, kendi yasamina son verebilecegini bunun aslinda gunah ve kotu degil, aksine cesurca ve ornek bir davranis oldugunu vurgulamaktadir.

Insanin ozgur iradesiyle aldigi kararlarin gunah sayilamayacagini, bu durumda binalar insa etmenin topragi islemenin veya denizde yelken acmanin da gunah sayilmasi gerektigini, nil ve tuna nehirleirnin akisini degistirmekle kanin akisini degistirmek arasinda bir fark olmadigini nehirlerin akisini degistirmek nasil gunah ve suc degilse, intihar etmenin de suc olmadigini belirtmektedir.

Bilgelik, dusunce tasarim bilgi gibi unsurlari tanriya yukledigimizi cunku bu unsurlarin insanlar arasinda onurlu ve olumlu unsurlar olduklarini, tansiya yonelik hayranligimizi anlatacak baska bir dile ve baska kavramlara da sahip olmadigimizi, ancak Tanrinin gercekten bu ozelliklere sahip olup olmadigi konusunu kavrayamayacagimizi soyler.

Hume'un kitabindaki karakterlerden Demea: var olan herseyin varliginin bir nedeninin olmasi gerekir. bir sey kendisinin nedeni olmaz. kendi kendisini yaratamaz. bu durumda var olan seylerden, yani sonuclardan bir nedene dogru gittigimizde, ya bu nedensellik arayisini sonsuza kadar surdurecegiz ve bir ilk neden bulamayacagiz ya da zorunlu olarak var olan bir ilk nedene ulasacagiz. var olan seyin baska bir varliktan dogmasi gerekir ve sonsuza dek bir neden arayisina girmeyeceksek, ki giremiyoruz, var olan her seyin bir ilk nedenden kaynaklanmis olmasi gerekir. dolayisiyla kendi varliginin nedenini kendi icinde tasiyan ve var olan her seyin nedeni olan, zorunlu olarak var olan, yoklugu celiski iceren, varligi zorunlu olan, adina Tanri dedigimiz bir guc olmalidir.

Cleanthes: olgusal bir durumun, varlikla ilgili bir durumun hicbir zaman a priori, yani deneyimden bagimsiz kanitlanamayacagini soyler. Cleanthes degillenmis hali celiski icermeyen hicbir seyin a priori kanitlanamayacagini varoldugunu dusundugumuz her seyin yok da olabilecegini yokluga celiski iceren ve zorunlu olarak varolan hicbir varligin olamayacagini soyler. iki ile ikinin toplaminin 4 oldugunu ve bu onerme degillendigi anda bir celiskinin ortaya cikacagini, oysa var oldugu dusunulen her seyin yok olarak da dusunulebilecegini, zorunlu varlik sozcugunun bir anlami olmadigini soyler. baska bir deyisle Tanri vardir onermesi degillendigi ve Tanri yoktur onermesine cevrildigi zaman bir celiski olusturmaz. matematikte a priori akil yurutmelerin bulunmamalari gereken alanlara uygulandigini soyler  ve Cleanthes'e katilir Philo.

Epikurus'un kotuluk sorunu: Tanri herseyin nedeni ise kotuluklerin de nedenidir, bu durumda kotudur; kotuluklerin nedeni degilse, her seyin nedeni degildir, bu durumda da zayiftir ve acizdir.

(Yazar burada yaratanin ozgur irade kavramini anlamayip Yaratanin kula verdigi ozgur irade sonucunda kotuluklerin ortaya ciktigini dolayisiyla es gecmektedir. problem Yaratanin zayif ve a ciz olmasi degil kotuluk sorunu onermesinde kotuluklerin nedenini ozgur iradeden bagimsiz sekilde dusunmesidir)

Hume karakterlerden en cok Philo'ya yakin olmakla birlikte kitabinin sonunda bir surpriz yaparak diyalogu Cleanthes'e daha yakin bir ifadeyle bitirmistir ve bu tartisma konusu olmustur, kimine gore bir celiski kimine gore ise gelecek tepkilere on almaktir.

Fikir Mimarlari dizisi- 23 David Hume - Orsan Oymen - Saykitap

Friday, November 8, 2013

Fevzi Lutfi Karaosmanoglu

Ertugrul Gunay


Demokrat Pa

rtinin Bati Anadoludaki bayrak isimlerinden eski icisleri bakani ve Manisa milletvekilidir. DPyi elestiren soyleminde soyle soyler

bu sozleinden sonra haysiyet divani karariyla, uyelikten cikarilmisti. sucu 1955te 11 DP milletvekili tarafindan meclise verilmis ispat hakki onerisini desteklemekti. o zamana kadar DPnin atesli destekcilerinden biriydi ve menderesin yakin calisma arkadaslarindan biriydi. hurriyetci kisiligi istiklal mahkemelerinde yargilanmasina da neden olmustu. Bakanliklar yapti, kendi istegi ile bakanlik imkanlarini birakti.

1955de CHP oylari iyice gerilemis, hukumet ise iktidar sarhoslugu icerisindeydi. basina karsi baskilar artmis o ilk baslardaki ozgurlukcu yaklasim sona ermeye baslamis, muhalif gazeteciler hapse tikilmaya baslamisti. 90li yaslara gelmis, Huseyin Cahit Yalcin 26 ay hapse mahkum olmasi getirdikleri ozgurlukculugun golgelenmesine yol acmisti. nisan 1955te akis dergisi sahibi metin toker devlet bakanina hakaretten 9 ay hapis cezasi almisti. boylesi bir ortamda  11 milletvekili ispat hakki onerisini getirerek bir bakan hakkinda yolsuzluk iddiasinda bulunan basin mensuparinin iddiasini kanitlayabilirse ceza gormeyecekti. bu zamana kadar ispat hakki verilmiyordu. Karaosmanoglu kendisine soruldugunda bu onergeye katildigini soyledi. ekrem hayri ustundag gibi bir diger onde gelen DPlinin de katildigini ifade etmesi DP icerisinde dalgalanma yaratti. tum baskilara ragmen imzacilar yonetime karsi direndiler. bu durumda DP imzacilari degil ama imzacilara destek verenleri partiden cikardilar. bunun uzerine buyuk kongre sabahi 10 imzaci da DPden istifa ettiler. ihrac edilenler ve istifa edenler Hurriyet partisini kurdular ve Fevzi Lutfi Karaosmanoglu partinin baskani oldu. bu parti batili anlamda ilk ve tek liberal parti olarak nitelendirilebilir. DPye karsi ozgurlukcu anlayislariyla aydin cevrelerde buyuk yanki uyandirdi. fakat bu rehavet getirdi ve orgutlenme seruveninde agir ve belkide biraz secici davranmalari nedeniyle kendilerinde toplanan ilginin sonmesine neden oldu. Parti CHP ile DP arasinda kutuplasmis olan siyasal yapida yeni bir parti olarak ilk basta duraksama gosterdi. 1957 secimlerinin esigine kadar bolukbasinin CMPsi ve CHP ile birlesme tartismalariyla gecti. Karaosmanoglu ise guclu bir lider imaji cizmek istememekte kendini geri planda tutmaktaydi. Turan gunes, Serif Mardin, Ibrahim Oktem. muammer Aksoy ya partiyi buyuk ilgi gostermis ya da parti uyesi olmus kisiler rasindaydi. tumu 1957 secimlerinde Hurriyet Partisi adaylari oldular.



Karaosmanoglunun mutevazi tutumu elestiriye de malzeme olmustu. bir resepsiyonda ingiliz buyukelcinin partideki gorevinin tam olarak ne oldugunu sordugunda Karaosmanoglu yanindakileri gostererek:
"ekselanslari, ben bu genclerin yere attiklari kagit ve kibrit coplerini toplarim"
basin bu tutumunu acikca elestirerek:bizdeki guc muhalefet sartlari icerisinde bir muhalif partinin ileri gelenlerini, lider, disa karsi askeri nizam icerisinde tutmaya gostermeye mecburdur.(metin tokerin akis dergisinden)

deneyimli ve kurnaz bir siyasetci olan Menderes ise, secim ittifakini onleyici tedbirler aldi ve iliskileri bosa cikardi, secimi de erkene aldi. Fakat 1950den buyana ilk defa DP oylari muhaliflerin oylarinin toplamindan geride kalmistir. DP sonrasinda darbeyle karsilastiginda Karaosmaoglu cok uzulmus, eski arkadaslarinin ailelerine aylik yardimlarda bulunmustur gizlice.

Hurriyet Partisi sadece burdurda cogunlugu elde edebildi ve 4 milletvekili ile secildirler. Parti 1958de kendini feshetme ve CHPye katilma karari aldi. CHP kurultayinda Karaosmanoglu en yuksek oyla parti meclisine secildi. diger sohret isimler de parti meclisine secildi. CHPye katilan hurriyet partililer. 1961 anayasasinda da olacak olan ilkeleri kapsayan bildirgeyi hazirlamislardir. 1961de Karaosmanoglu tekrar meclise girdi. fakat bu sefer CHPden. ama CHPden sogumustu. daha dogrusu kuvveti hak sayan siyaset siyasete sogumustu. bir kanun tasarisini sert bir sekilde elestirerekyasama ozgurlugu kullanilmayacaksa 1961 neye yarar diyip cekip gitmistir. hickimseye danismadan hickimseye haber vermeden milletvekilliginden istifa etti ve memleketi manisaya topraklarina dondu.

Kaynak
Siyasi dusunce Tarihi- Liberalizm -Cilt 7

Friday, September 13, 2013

Halide Edip Adivar ve Liberalizm

HALIDE EDIP ADIVARIN LIBERALIZMLE IMTIHANI
Bahadir Turk
Liberalizmin temelinde cogulculuk, suphecilik, moral otonomi, serbest piyasa, gucler ayriligi ve anayasacilik gibi temellere dayanir.

Turkiyede liberalizm milliyetci muhafazakar gelenekle iletisime gecebilmek adina onarin bazi soylemlerini bunyesine katmistir.

1908deki kanuni esasiye cok sevinir kendisi fakat 31 mart vakasinda olumle tehdit edilince misira kacar. tabii bu sureden once gazetelerde ufak ufak yazmaya baslamistir. oradan da birsure sonra ingiltereye gecer. burada dusunurlerle biraraya gelir ve feminizm, demokrasi gibi konularda kendisini gelistirir.  ulkeye dondudugunde ilk kadin dernerklerinden bir tanesini kurar turk ocaginda calisir.

balkan savaslari sonucunda muhacirlerin makedonya topraklarinda dustugu durum aclik ve sefaletle ana topraklarina donusu onu cok etkiler ve yardim kampanyalari baslatmasina ragmen batinin ilgisizligi duyarsizligi onu cok uzer ve hayran oldugu bati onda hayal kirikligi ugratir. hayranligi azalir. daha sonra suriyeye gider ve orada adnan adivar ile evlenir.

15 mayis 1919 sonrasi isgal doneminde sultanahmet mitinglerinde adeta efsanelesir ve devaminda kocasiyla birlikte anadoluya gecer. sakayadan sonra fiilen cepheye de katilir.calismalari nedneiyle once onbasilik sonra bascavusluk unvanlari verilir kendisine. gerci bu unvanlar elestiriye neden olur. halk sargi yara bere icerisindeyken kurtulus mucadelesinde, kendisi birkac fotograf cektirdigi  icin onun derdi baska, ciddiyetsizliktir bu denilerek elestirilmistir.

kocasi Dr Adnan Adivar Terakkiperver Cumhuriyet Firkasinin kuruculari arasindadir. ve kapatilma sonrasi kocasinin Ataturk ile surtusmesi sonucu esiyle birlikte ulkden ayrilmak zorunda kalan Edip once ingiltereye sonra Fransaya yerlesir. daha sonra columbia universitesinde turk tarihi dersleri okutur.

Halide Edip Adivar'in Izmir konusmasindan: birgun gelecek daha buyuk bir mahkeme, milletleri tabii haklarindan mahrum birakanlari mahkum edecektir. o mahkeme bugun aleyhimize olan devletlerin fertlerinden mutesekkil edecektir. cunku her ferdin ezeli bir hak duygusu vardir ve milletleri de meydana getiren fertlerdir. islam universitesi kurulmasi icin hindistana gider katkilarda bulunmaya calisir. ataturkun olumunden sonra yurda doner. 1950-54 arasinda DP'nin gosterdigi bagimsiz milletvekili adaylarindan meclise girmistir. 14 mayistaki 1950 secimini demokrasi icin onemli oldugunu dusunur ve o gunun demokrasi bayrami olarak kabul edilmesini onerir.

murteci, irkci, komunist bunlar birbirine tercih edilemez demistir mecliste ve bunlari medeni dunyanin mikroplari oldugunu da ifade etmistir.

Dogu-Bati Sorunsali

Halide Edipe gore Dogu gorunmeyene yani ruha saplanmisken, bati gorunene yani maddeye saplanmistir. halide edip dolayisiyla dogu-bati iliskisini ruh-madde dikotomisine baglamistir. dogu-bati izlerini musiki zevki, kadinin toplumdaki konumu, devlet telakkisi, fertlerin mutlulugu gibi konular uzerinden tartisir. bu tartismanin sonucunda batinin insan hak ve ozguluklerine vurgu yapan duzeni ovulse de halide edip doguyu tercih eder. romaninda "garbin ruh iklimi bana soguk geldi, sarkta sukun ve sifa ariyorum". halide edip doguyu maddi beklentilerden uzakta yasayan bir toplum olarak tasvir eder sinekli bakkalda. Fakat daha onsrai eserinde maddi hayati reddeden dogulu ferdin evvela kendi hukumdarlari, sonra da garkin materyalist mustevlileri tarafindan istismar edilmistir. hayatin varligini maddi oze indirendir gark medeniyeti. Sark ve garb arasinda kurulan madde-ruh, hareket-duraganlik karsitligi bu iki medeniyet arasinda bir dizi kompleks siyasal, sosyal ve ekonomik farklar olusturmustur.

Garpin sarka galene calan yonleri arasinda olumlu olanlar gibi olumsuz olanlar da vardir.cirkin ve haksiz olan yanlar uzerine dusunmeye deger verir. elbette takdire sayan ve turkiyeye ornek olmasi gereken yonleri de vardir garpin.Garp'in ustun taraflarindan birisi insan haklari nosyonu ve bu nosyonun yasalarca guvence altina alinmasidir.yine batida gelisen ictimai adalet gibi muhayyel mefhumlar batinin bir diger erdemidir. bir diger nokta fikir hurriyetidir. batinin buralara gelmesinde motor gorevi gormustur. fakat bati devasa gucle bir noktadan sonra kontrolden ciktigi ve diger geri kalan dunyayi kendisine hizmet eden duruma dusurmustur. bati ciddi bir hastaligin pencesine dusmustur ve bunun nedeni madde ruh arasindaki bozuk iliskidir.

Halide Edip ve Amerika
halide edip amerikayi yeni Garb olarak adlandirir ve dikkatle izlenmesi gereken bir ulke oldugunu dusunur. bu surecte dikkat edilmesi gereken bir nokta da taklitciliktir. tamamen taklit etmenin bu cografyanin sartlarina uyarlamamanin olumlu sonuclar vermeyecegini dusunur. abdnin ilerlemesinde ozgurlukleri verdigi onemin yattigini dusunmektedir. Lincoln'un halkin halk icin halk tarafindan yonetilmesi ifadesini siar edinir. haklarin korunmasi adina anayasanin onemine isaret eder.

kendisi lockecu dusuncenin temeli olan adalet hurriyet mulkiyet i beimsemistir ve liberalizmi ozuyle benimseyen nadir isimlerdendir.

ona gore hurriyet bir kultur meselesidir. uzun sure esaret altinda yasamis toplumlarla hur yasamis toplumlarda hurriyet farkli farkli tezahur edebilir. o da lockucu felsefeye uygun olarak hosgoru anlayisla toplumun birarada yasamasinin mumkun olacagni vurgular ve buna ornek olarak da osmanli ve amerikayi verir. Fakat iktisadi acidan o kadar da serbestiyetci degildir. bireylerin belirli bir gelir seviyesine ulasabilmesi icin devletcilige vurgu yaparken ayni zmaanda tek ureticinin devlet olmasina da karsidir. ona gore birey olma bilinci icin iktisadi ozgurluklerin yerlesmesi gerekir. fakat o daha cok sosyal liberal gelenegi desteklemektedir: "sadece kazanc gayesine dayanmayan ekseriyetin de faydasini temin eden" bir iktisadi mekanizmanin islerlik kazanmasini talep eder.

Halide Edip'in Turk Toplumuna Bakisi

istiklal mahkemelerinin kurulmasindan sonraki donemi tek parti diktatorlugu olarak gormektedir. onun deyimiyle seklen demokratik kalan yonetime diktatorluk yerlesmistir. sehy said isyani gibi isyanlarin temelinde terakkiperver cumhuriyet firkasinin ozgurlukcu dusunceler yuzunden ortam olustugu dusuncesi nedeniyle takrir-i sukun kanunlari cikarilir. halide edipe gore bu mustafa kemal pasanin oynadigi gorkemli bir oyundur ve boylece baski geleneginin olusturulmasi baslamistir. ozellikle sapka kanununa muhalefeti agirdir. ona gore: Turke sapka giydirerek medenilestirmek ya da asilarak idam edilecegini soylemek en azindan sacmaliktir. sokaktaki insan bunu uygulayanlardan cok daha batilidir.

ayrica ona gore kadinlarin toplum hayatindaki inkisafinin medeni kanundan cok daha onceye gider ve 1908lere kadar uzanir. ayrica diyanet islerinin konumunun bir dinsizlesmeyi degil, dinin devlet kontrolune gecmesini isaret eder. bu ise islamin manevi gelisimine engeldir. devletin dine mudahale ettigi yerde toplumsal baris yara alir.

osmanli cumhuriyet iliskisine iyi kotu dikotomisi duzeyinden bakmayi reddeder. o cumhuriyeti batililasma olarak osmanli son doneminin devami olarak gorur. ozellikle tanzimat donemini over.

milliyetci fikirler de barindiran Halide Edip, milliyetciligin pozitif yonlerini onplana cikarmaya calisir. milliyetci dusunceleri zamanla evrilerek milliyetci muhafazakar bir cizgiye gelmistir.

mustafa kemale bakisina gelirsek iliskisi inisli cikislidir. milli mucadelede hicbir zaman yalniz adam oldugunu dusunmez ve yanindaki kazim karabekir refet pasa ali fuat cebesoy gibi isimlere de ovgude bulunur bol bol Turkun Atesle Imtihaninda. fakat sembol ismin mustafa kemal oldugunu ayni kitapta ifade eder. fakat sembol olmasina ragmen demokratiklesme-sivillesme surecinde onu bir engel olarak gormustur. kendisiyle birlikte olum fermani cikartilmis bu kadinin bilgi ve azminden bol bol istifade etmistir mustafa kemal. fakat savas sonrais donemde fikir ayriligina dusmusler ve mustafa kemalin kafasinda halide edip negatif bir imgeye donusmutur. nutukta kendisinden sadece 3 kez bahsetmistir mustafa kemal. ustelik bunlardan bir tanesinde mandacilik fikrini ehveni ser olarak gormesini bahseder ve onun bu fikrini tarihsel baglaminda ele almamis ve onun kurtulus savasindaki katkisini reddetmistir bir nevi. zaten temelde yatan nedenlerden birisi kocasi adnan adivarin terakkiperver cumhuriyet firkasindan olmasi yatar. her ne kadar halide edip o donemde bir destek vermese de bunun etkisi muhakkaktir. halide edip ulkeyi daha sonra erk etmis ve sadece 1935de torununu gormeye gelmis onun disinda mustafa kemalin olumune kadar don(e)memistir.

sonuc olarak ozgurluklere sahip cikan, cemaaat hayatinin kodlarini da icinde bulunduran fert anlayisini desteklemistir. dogu bati sorunsali uzerine kafa yormus, milliyetci, liberal ve muhafazakar fikirler uretmistir.

Turkiyede Siyasal Dusunceler Tarihi -  Liberalizm